8 Mayıs 2007 Salı

"Piyasa... Sanat ve sanatçı"

Çarşamba, 14 Şubat 2007

Piyasanın kölesi olmuş tiyatrocular ve onların yağlama-yıkamacıları; tiyatro yayıncıları, büyük bir telaş ve korku içerisine sürükleniyorlar... Faşizmin dayatmasıyla oluşan ve şirin adlarla imgesel boyuta taşınmak istenen; "Özel Tiyatrolara Devlet Sadakası" kesilince, nasırına basılmış gibi, bas bas bağıran tiyatro esnafı, ne yapacağını bilemez durumda... Ellerindeki oyuncakların tek tek kırılıp, defolu olduğu ortaya çıktıkça, kendilerini avutmak için, sentetik oyuncaklar bulan tiyatro esnafı; şimdi de "damarlarındaki asil kan"a güvenerek, insanları ezen mimarisi ve içinin çürüyüp, küf tutmasıyla meşhur; Atatürk Kültür Merkezi tapınıcılığı yaparak, yeni bir "Kabe" oluşturmak için, yedi dereden su getiriyorlar...

Diğer yandan da, emekçilerin iktidara yürüme aracı olan sosyalist düşünceyle, toplantılar düzenleyen ve arayış içerisinde olan; "Toplumcu Tiyatro Tartışmaları" yeşeriyor...

Biz, tüm gücümüzle, "Kabe" oluşturanlardan yana değil; emeği en yüce değer olarak algılayan kişi, kuruluş ve kurumlardan yana tavır geliştiriyoruz...

Bu bağlamda; bizimle iletişim içerisinde olan kişi, kuruluş ve kurumların düşüncelerini sitemize taşıyoruz...

Bunlardan biri de, Özgür Tiyatro'nun "düşünürü"; Özgür Başkaya...

Bize yolladığı; "Piyasa... Sanat ve sanatçı..." yazısını dikkatlerinize sunuyoruz:


"PİYASA.... SANAT VE SANATÇI....

“Para herşeyi karşıtına dönüştürür...” Karl Marx.(1844 El yazmaları)

Büyük düşünür-devrimci Karl Marx, insan için : “Doğanın talihsiz çocuğu” dermiş.

Şu anda sanatımıza hakim olmaya çalışan piyasanın “ talihsiz çocukları” olarak yaşamımızı sürdürüyoruz.

Tarihsel süreç içerisinde, son olarak 12 EYLÜL açık faşizmini yaşamış, askeri olmadığı varsaydırılan sivil darbelerle ve onların işletmecileriyle yönetilen ülkemizde; silkinmeye çalışan, özgürlüğe, eşitliğe, demokrasiye inanmış bir avuç sanat insanının onurunu koruma mücadelesi, çığlığı bulunmaktadır.. Yetersizdir... Acıyla belirlenmelidir..

Sanatın ve sanatçının işlevini ve gücünü çok iyi bilen sermaye, sanatın üstünde (Demoklesin Kılıcı gibi) bir baskı olarak durmakta ve sanatla politikanın ayrılması temelinde kapsamlı ve bilinçli bir çalışma yapmaktadır.. Sanatla politikayı, sözde ayırmak istiyorlar!!! Halbuki, sanatın politikadan bağımsız olamayacağı bir gerçektir...

Kapitalizm; özelde edebiyat ve tiyatro, genelde sanatla uğraşırken; istediği oyunları ideolojik ya da maddi manipülasyonlarla oynatır, egemenliğinin sürekliliği için tüm dalavereleri yaparken; işine gelmediği tiyatroları, metinleri sansür ettirip, kitapları yaktırıp, sanatçıları , yazarları, bilim adamlarını içeri attırırken, sanat ve politika birbirlerinden ayrı değil de ; biz, onların çirkefliklerini açığa çıkarıp, insansızlaştırma süreçlerini deşifre ettiğimizde mi sanat ve politika ayrı şeyler oluyor?!. Buna artık, ancak ahmaklar inanır...

Halklara yağını tuzunu ekmeğini vererek, ya da onların gözlerini boyayıp Amerikan rüyalarıyla avutup sistemin yeniden üretilmesinin bir versiyonu da SANATTA; uykuyu, unutmayı, sanal ve popüler aşkları, hayatları, bol paraları vaat eden, umut ettiren, koklatan, edebi eserler, tiyatrolar,diziler, filmler tükettirerek sanatsal ihtiyacın karşılandığı gözbağcılığını yapma işidir...

Reddedilmeli...deşifre edilmeli.. ve gerçek gün yüzüne çıkartılmalıdır...

Ernst Fischer : “Sanat için, sanatın gelişmesi için elverişli bir ortam yaratmaz kapitalizm.. Ortalama bir kapitalist sanata karşı bir gereksinme duyarsa, bu ya özel hayatını süslemek içindir ya da iyi bir yatırım yapmak için..” (diyor). Bu gerçekten de böyledir...Yaşanılan süreci irdelediğimizde görürüz ki ; Sanatın ve sanatçının tam yabancılaşmasına, insan ilişkilerinin maddileşmesine, kişisel yalnızlıklara ve toplumsal bağların gölgelenmesine neden olmuştur kapitalizm...

Sanat alanında bankaların ne işi var..Toplumsal hayatla bağları gölgelenen guya sanatçılar ve kitleler oluşturmanın yöntemidir bu. Ve insani süreçlerdeki yozlaşmanın resmi..Ama “sanatın bu olduğu” dayatması gözleri kör, kulakları sağır etmektedir..İnsanlar kuklalaştırılmaktadır...

1844 elyazmalarında Marx paranın gücünden bahsederken “..O (para) insanlığın yabancılaşmış erkidir..” diyor..İşte bu hemen bize, bankaların sanat alanında neden olduğunu gösteriyor..Paranın, yani insanlığın yabancılaşmış erkinin hizmetinde bir sanat...Bunun dayatılması için bankalar yayın evleri kuruyorlar..Tiyatroları finanse ediyorlar..Guya büyük müzik organizasyonları düzenliyorlar...

Büyük tekeller sanatçıları ellerinde bulundurma yarışında coşmaktadırlar..Nice ünlü yazarlar banka yayınevleri arasında transfer olarak cukkayı doğrultmaktadırlar..Halbuki bu bir zenginlik değildir..Sanatçının zenginliği parada değil insanlığın toplumsal mirası, “kültürde” yatmaktadır..Ayrıca bu toplumsal miras gerçek sanatçılar ve bilim adamları sayesinde oluşmuştur..Orhan Veli’nin şiirdeki “malda mülkte gözüm yoktur..vallahi yoktur..” sözleri pestenkerane söylenmiş sözler değildir..

Onlara kalırsa sanatın ve sanatçının dostları hortumlanan ya da ne hikmetse hortumlanmayan bankalar, sanata ve sanatçıya destekleri artarak sürecek olan araba ve alkol firmalarıdır... Net olarak bilinmelidir ki burjuvazi malının kullanım değerine bakmaz..Değişim değerine bakar..Çok satılan bir kitabın raflarda tozlanması ya da tuvalet kağıdı olarak kullanılması ile ilgilenmez burjuvazi..O paraya bakar...

Tekelci kapitalizm insanlarla oynamaya devam etmektedir...Oyuncak olmamak gerektir...

Sanatçıların bu işte oynadıkları misyon ise içler acısıdır..Büyük sermayenin uşaklığında “hangi tekel daha fazla kazansında benide görsün” zihniyetiyle insanlığa ve onun kültürüne ihanet edilmektedir..Herkes bilirki her mesleğin olmazsa olmazları vardır : Örneğin işkence görmüş birine doktor sağlam ve sağlıklı raporu veremez (veriyor,o ayrı) ama vermemesi gerekir diyoruz.. Gazeteci yalan haber yazamaz(yazıyor o ayrı) ama yazmaması gerekir biliyoruz.. Tüm bunlar mesleki etikle ilgili şeylerdir. Deontoloji...İşte bizde diyoruz ki tiyatro oyuncuları reklamlarda oynamamalıdır..Oyunculuk deontolojisinde ; piyasanın kuklalığında bir holding, firma ya da kuruluş daha çok para kazansın diye estetik değerlerini satmak yazmaz...

Reklamlarda oynayan değerli tiyatro yapıcıları kendi misyonlarının farkında
mıdırlar..

Acaba düşünmektemidirler genç tiyatroculara ve topluma nasıl örnek olduklarını..

Popstarlar, türkstarlar, birilerini gözetleyenler, çiftlik evlerine doluşanlar, toplum önünde çiftleşmeye çalışanlar,akademi türkiyeler vb...toplumsal çürümüşlüğü perçinlerken, nasıl olurda anlı şanlı, sanatçı olduğunu iddia eden taife, bu programlarda sunucu, jüri üyesi, konuk olmayı içine sindirebilmektedir..Utanma duygumuzun kaybı, insanlığımızında kaybıdır..

Tekelci burjuvazi ile boyalı basın ve medya birleşmiştir..Halbuki basın-medya dediğimiz şey haber alma özgürlüğü ile ilintili, insani olmayan etkinlikleri deşifre etme misyonuna sahip olmalıdır ki bu da muhalifliği getirir. Ama bizde ne ilgisi var.. Haber alma özgürlüğüymüş!... İnsan haklarıymış! filan...Bizde basın ve medya, burjuvazi ve onun devletinin tekelindedir..Ki bu aralar kendi içlerinde de tekelleşme sürecine gitmektedirler.Bu trajiktir..Buna dikkat edilmelidir..Hükümetin medyası anlayışına doğru gidilmektedir..Muhalefet etmek gerekir..

İnsan ve insana bağlı değerlere saygılı bir basına ve medya kuruluşlarına ihtiyacımızın aciliyetini kavramak ve varolan muhalif medyayı desteklemek gerekmektedir. Boyalı basın ve medyayla kitlelere sesimizi, ürünümüzü, sanatımızı duyurma şansımız yoktur..Çünkü muhalif sanatın reytingi bulunmamaktadır..Bir düşünür medyanın amacının insanları beyinsizleştirmek olduğunu, olağanüstü duygu sömürüsünün beyinsizleştirmenin en kısa yolu olduğunu söylüyor.... Ayrıca üç kuruşluk haberler için holding basınına el açılmamalıdır..Burjuva basınında çıkan herhangi bir haberle onların “demokratlık” naralarına izin vermemek gerekir..Örnekler ortadadır: Guya popüler olanla olmayanı ayırt eden dergiymiş, o olmazsa sabah olmazmış, nazımın özgürlüğünü bile sade onlar yazmışlarmış vb..yalanlar....

Yeni, özgün, alternatif duyuru ve tanıtımın koşulları aranmalı ve oluşturulmalıdır..

“Enisonu, insanın devredilemez sandığı herşeyin değişime, alışverişe konu olduğu bir dönem gelmiştir.(diyor Karl Marx) Bu, o ana değin ifade edilen ve aktarılan ama asla satılmayan; edinilen ama asla satın alınamayan –erdem, sevgi, inanç, bilgi, vicdan, (sanat Ö.B.) vb-

Kısaca herşeyin ticarete girdiği dönemdir..Bu çürümüşlüğün genelleştiği, her şeyin para ile elde edilmesinin evrenselleştiği bir dönem...”

Bir televizyon programında insanın marka olup olamayacağını tartışıyorlardı..Tiyatrocu bir şovmenin programıydı. Hayatının bir bölümünü mafyayı eğlendirmeye adamış bir şarkıcı ile marka uzmanı konukları vardı.. O marka uzmanının “olur, olur..insan marka olur.”diyen pişkin yüzü insanlığımızdan utanmanın artık zorunluluğudur..İnsanın sıradan bir mal olarak görülüp tartışıldığı bu dönemde, tüm erdemlerin alaşağı edildiği bu yaşadığımız zaman diliminde, onur, insanlık onuru en üst düzeyde kavranılması ve yaşanılması gereken bir olgudur..Haince yapılan ideolojik ve fiili saldırılara karşı onurun korunması gerekmektedir. Bu okunulan edebi esere, izlenecek tiyatroya, dinlenecek müzik eserine vb.. verilecek tepkiden, işkencecilere verilecek tepkiye değin böyle olmalıdır...İnsanlık onuru artık tüm alanlarda çığlığa dönüşmelidir. Öncelik sözkonusu edilemez artık..Kapitalizmin insanlığı yok ediş süreci nasıl topyekün ise ona karşı duruşta, yaşamın tüm alanlarında topyekün olmalıdır...Sanat bu alanlardan biridir..Güçlü ve kitleleri hızlı etkileyecek bir alan...

Metalaştırılan insan...Metalaştırılan sanat....

İnsan insan olmaktan, sanat sanat olmaktan çıkarılmıştır..Burjuvazi doktoru, avukatı, bilim adamını nasıl kendi ücretli emekçisi haline getirdiyse maalesef sanatçıyı da bu hale getirmiştir..Ücretli kölelik düzeni beyinleri tarümar etmiş, melekelerimize bizi yabancılaştırmıştır..... Halbuki sanat karşılıksızdır...Çiçek sularken ya da aşık olurken herhangi bir karşılık beklemeyiz..Öyleyse kendini güzel ifade etmek olan sanattan niye karşılık bekleyelim...

“Geçim derdi, ne yapalım açmı kalalım?” türünden bahanelerin sınırı çoktan aşılmıştır..Sert ve engebeli bir dağın tepesine çıkılmış ve şimdi ardındaki pürüzsüz kaygan zeminde hızla dibe doğru yol alınmaktadır...

Bu insansızlaşmış ortamdan kurtulmanın tek yolu “zararın neresinden dönsek kardır” diye düşünmek ve “Anayasayı bir kere delsek ne çıkar?” türündeki bakkal zihniyetinden kurtulmakla olur..

Cengiz gündoğdunun vurguladığı gibi sanatta star sistemine reddiye gösterilmelidir..Neden star sistemi ürünü eserler çok satıyor...Neden baş yapıt kabul ediliyorlar...

Daha çok kitabın satılması, oyunun izlenmesi, kaset-cd satışlarının rekorlar kırması, filmlere milyonlarca kişinin gitmesi ile estetik performans arasında doğru orantılı bir bağ yoktur..Satış, estetik performansın gücünün yüksekliğini belirlemez..Piyasa kuralları içinde olduğu sürece bu bir alım, satım, tüketimdir..Estetik nesne-estetik özne ilişkisi değildir..

Gerçek sanat eseri tüketilmez..Alıcısını değiştirip dönüştürür sanat eseri..Tüketim ne fiiliyatta vardır ne de kimilerinin söylediği gibi sözde-retorikte olmalıdır.Bu anlamda sanat eseri tüketimin, alım-satımın, piyasanın dışındadır... Cristopher Caudwel’in şu güzel sözünü akıllardan çıkarmamak gerektir : “Sanat Pazar değerleri yerine kullanım değerlerini getirir. Sanat ucuz şeyleri değerli kılar; birkaç boya lekesini toplumsal hazine haline getirebilir.Bu yüzden pazar sanatçının en büyük düşmanıdır.Pazarın kör çabası güzelliği katleder.”

Sanat eseri tektir.Tabiri caizse ve ustaların kullanımıyla “biriciktir”. Pazara çıkarılan ürün tek değildir..Genelin dayatılmış beğenisi üzerine kuruludur..Sanat-Zenaat ilişkisinin temel ayrımı burada yatmaktadır..Teklik üzerine kuruludur bu ayrım.. Halbuki alınıp satılan meta tek değildir..Ayakkabı gibi, televizyon gibi vb...

Nasıl bir günde ünlü olunabiliniyorda istenmezse hemen unutulunuyor.Tiyatro ödülleri, edebi-sanatsal ödüller hangi kıstaslarla veriliyor. Kimler veriyor.. Bu kimler nasıl oluşturuluyor..Ödül verilen ya da verilmeyen eserlerin verilme ya da verilmeme gerekçeleri neden açıklanmıyor..

Piyasanın alış veriş döngüsü içinde üretilen sanatsal etkinliklerin bitiş tarihleri daha eser yapımına başlanmadan nasıl açıklanabiliyor..Örneğin bir oyunun prömiyer tarihi üç ay önceden nasıl açıklanabiliniyor, keza bir romanın bitişi...Bunlar, satacaklarını bilseler, piyasanın bilindik sanatçı kahramanlarına şiirler ısmarlarlar, resimler sipariş ederler, notalar yazdırırlar vb... Zaten halkın duygusal sömürüsü üzerine şekillendirilen şarkı sözleri yazdırmıyorlarmı...Çok satacak market kitapları basmıyorlarmı....

İşte herşey alışveriş üzerine kuruluysa bunlar olabilir..Alışverişin bizlere dayatılma yöntemlerinden biri insani duygularımızın sömürüsü üzerine kuruludur..Sade piyasayı düşünerek ortaya attıkları “anneler günü, babalar günü, sevgililer günü vb..”dışında artık tarih içindeki onurlarımıza bile el atmış durumdalar: Che tişörtleri üretmek, Lenin rozetleri imal etmek, özel günlerde eşe dosta yollansın diye Marx’ın kartpostallarını basmak vb...Bu duygusal saldırıya izin vermemeliyiz..Olayların yıldönümler, ölüm-doğum günleri ve benzerlerinde ticari kaygıyı tersine çevirmeliyiz.Alınıp satılarak hatırlanacak veya yılda bir anacağımız insanlar değil bizim insanlarımız..Onlarla yaşadık, yaşıyoruz ve yaşamaya devam edeceğiz..Günlerin metalaştırılmasına ve tek tipleşmeye izin vermemeliyiz. Ticari manipülasyon yanında ideolojik bir top yekün saldırıdır bu..Yaşamımızın tekdüzeleştirilmesine ve metalaşmasına izin vermemek kendimize ve insanlığa olan borçlarımızdan biridir.

Ama umudun kaybedilmemesi gerekiyor..Piyasadan kurtulacağımız günler elbette gelecektir..Bir sanatçıya eser ısmarlanabileceğini düşünemiyorum ben..Sanatçı değildir...ücretli işçidir...köledir..

Tüm bu olumsuzluklardan kurtulmak ve daha insanca-yaşanılır bir dünyada sanat için insanın “özne” olduğu bilinciyle hareket etmemiz gerekiyor..Gücümüzün farkında olmalıyız..Estetik kirlenmeye ve kültürel yozlaşmaya karşı durabilirsek, ancak o zaman, insani bir hayata kavuşabiliriz..Piyasanın alçaltıcı ve insanın derinliklerine işleyen sistemine karşı durmak, yarınları hazırlamanın, çocuklarımıza daha yaşanılır bir dünya bırakmanın temel koşuludur.

Nereye baktığımız önemlidir ama daha da önemlisi nereden baktığımızdır..

Bu da duruşla olur..Duruş, kimliğimiz, karakterimizdir..Dünyaya olan faydamızdır aynı zamanda..Nazım Hikmet gibi, Bertold Brecht gibi, Vasıf Öngören gibi, Victor Jara gibi, Ruhi Su gibi...

Özgür Başkaya