31 Ekim 2007 Çarşamba

Oyun Yazarlığı: Yarasalar...

Malumunuz, Oyun Yazarlığı çalışmalarına başladık. Bu çalışmaların yanı sıra, çeşitli nedenlerle çalışmamıza katılamayanlara, bazı önerilerde bulunup, yön vereceğiz...

Konu, durum, biçim, biçem... gibi kavramlarla yapacağımız yardımlar sayesinde, artık, okurlarımız da, birer oyun yazarı olabilecek...

İlk olarak; yarasaların yaşamından edineceğiniz izlenimle kotarılacak oyunlarınızı gündeme almak istiyoruz. Bu çalışma için, Internet'teki yarasaları konu alan siteleri inceleyebileceğiniz gibi, tiyatro sanatına asalak olan Internet Yarasaları'nı da gözlemleyerek, büyük ilerleme sağlayabilirsiniz!...

BULUNMAZ TİYATRO

27 Ekim 2007 Cumartesi

Internet Tiyatroculuğu...

Tiyatro sanatçısı Hüseyin Hilmi Bulunmaz, bu pazar, Bulunmaz Tiyatro'da Internet Tiyatroculuğu başlıklı bir söyleşi yapacak. Herkese açık ve ücretsiz olan söyleşinin kaydı, daha sonra youtube'da yayımlanacak...

28 Ekim 2007
Saat 17.00Yeniçarşı Cd. 20/3 Galatasaray Lisesi yanı
0212 638 22 36 / 251 85 23 / 513 47 32-33 / 0532 642 88 57

24 Ekim 2007 Çarşamba

Oyun Yazarlığı...

Tiyatromuz, Oyun Yazarlığı çalışmalarına başlıyor...

Türkçe dilinde yazılmış oyunların sınırlı olduğunu, yabancı oyunların da, çevirmenlerin insafına terk edildiğini duyumsayan Bulunmaz Tiyatro, bu alandaki kısırlığı gidermek için, Oyun Yazarlığı çalışmalarına başlama kararı aldı...

Oyun yazabilmenin önkoşulu olarak gördüğümüz; oyun okumaya da önem vereceğimiz çalışmalarda, şu yazarların yapıtlarını irdeleyeceğiz:


Sabahattin Kudret Aksal
Melih Cevdet Anday
Oktay Arayıcı
Coşkun Büktel
Sermet Çağan
Nazım Hikmet
İsmet Küntay
Aziz Nesin
Vasıf Öngören
Oktay Rifat

Aiskilos
Aristofanes
Samuel Beckett
Bertolt Brecht
Anton Çehov
Euripides
Dario Fo
Carlo Goldoni
Maksim Gorki
Ödön von Horvath
Eugene Ionesco
Henrik İbsen
Alfred Jarry
Arthur Miller
Jean-Baptiste Moliere
Harold Pinter
Irwin Shaw
William Shakespeare
Peter Weiss
Ken Saro Wiwa


Herkesin özgün metin oluşturacağı çalışmalar, pazar günleri yapılacak. Henüz saatini saptamadığımız çalışma, katılımcıların istekleri göz önünde bulundurularak saptanacak...

Çalışma bir yıl sürecek... Bir yıl sonra da, çalışmalara katılmak isteyenlerden ücret alınmayacak...

Aylık ücret: 50 TL
Adres: Yeniçarşı Cd. 20/3 (Galatasaray Lisesi yanı) Beyoğlu
Tel: 0212 513 47 32/33 - 251 85 23 - 638 22 36 - 0532 642 88 57

23 Ekim 2007 Salı

Hilmi Bulunmaz ile söyleşi...

Yukarıdaki söyleşi, çok daha uzundu. Ne var ki, teknik eksikliğimiz nedeniyle, çok kısa olarak yayımlanabildi. İleride, daha geniş olarak yayımlanabilecek. Bu eksiklik nedeniyle, izleyicilerimizden özür dileriz... (HB)

HOMEROS (sekizinci çalışma-2)

HOMEROS (sekizinci çalışma-1)

20 Ekim 2007 Cumartesi

Bir izleyici mektubu...

Foto: Tiyatro oyuncusu Kazım Şimşek


Kazım Şimşek'e

Selamlar...

Ben İzmir'den yazıyorum. İnşaat mühendisiyim, bir müteahhit firmada çalışıyorum. 9 seneden beri Homeros kütüphanemdedir ve neredeyse her hafta açıp açıp, farklı bir bölümünü okurum. Sayısız defa okudum İlyada'yı ve Odysseia'yı. Neden, bilmiyorum tam olarak; çok akıcı, çok kurgulu, antik dünyayı canlandıran bir havası var.

Evliyim. Hatta düğün hediyesi olarak, eşime İlyada'yı hediye etmiştim. youtube'da Homeros yazıp search yaptım ve orada gördüm sizi. Çok hoşuma gitti. Güzel bir çalışma olmuş. Bunları neden yazıyorum? Bilmiyorum ama, Homeros hastası olduğum için, size yazmak zorunluluğu hissettim kendimde. Gerçekten çok hoş. Başarılarınızın devamını diliyorum.

Saygılar.

Halil Akay

14 Ekim 2007 Pazar

Burak Caney'in ölümüne tepki!...

Burak Caney adlı meçhul (malum) şahıs, tam deşifre olmak üzereyken "sitesini" (!) internetten kaldırdı

Bakınız:

Hilmi Bulunmaz,
"Caney'i sanal mezarlığa yeniden gömdük!..."

tıkla: Coşkun Büktel

11 Ekim 2007 Perşembe

Eğitim tutkusu ve...

Bir okurumuzun yolladığı e-postayı yayımlıyoruz:


Merhaba efendim.

Ben, Ankara'dan Nur.

Tiyatrocu olmak, doğduğumdan beri hayalim. Geçen sene konservatuar sınavlarına girecektim; ama maddi imkanımız yoktu ve ailemi zorlamak istemedim. Bir dahaki seneye girerim dedim. Çünkü onlar beni destekliyorlar ve bu desteği asla kaybetmek istemem. Bu sene de sınava girmeye cesaret edemedim; korktuğumdan değildi ama... Sadece ne eğitimim var, ne de bir araştırmışlığım var dedim ayrıca ne eğitim almış olanlar var ki ben girersem bana güleceklerini düşündüm. Hikayem bu işte. Bu sene gireceğim ÖSS sınavına ve çok iyi hazırlanıyorum tabii sonra da konservatuar sınavına. Herşeyi tiyatrocu olmak için yapıyorum çok sustum şimdiye kadar ama artık biseyler yapmalıyım ve bana yardımcı olmanızı neler yapmam gerektiğini söylemenizi nasıl hazırlanmam gerektiğini belirtmenizi çok yürekten istiyorum. Tiyatro kursuna gitmem şart mı mesela? Devlet tiyatrolarına basvurdum ama bir sonuç alamadım aramadılar. Halk kültür merkezine de yarın basvuracağım tiyatro eğitimi de veriyorlarmış. Ya ben sadece hayalime kavusmak sevdığım isi yapmak istiyorum lütfen bana yardımcı olun. Umarım yorumum size ulasmıstır en azından beni bilgilendirirsiniz. Şimdiden teşekkürlerimi sunuyorum sağolun.


Yukarıdaki e-postaya, yanıt vermiştik. Biraz özel bir yanıt olduğundan, biraz da düşünemediğimizden, yanıtı burada yayımlamadık. Coşkun Büktel uyarınca, usumuzda kaldığı denli yanıtlıyoruz:


Bizce, insanın birşeye tutkun olması önemli. İnsanın başına ne geliyorsa, tutkusuzluktan geliyor. Ne var ki, içinde bulunduğumuz düzen / düzenek, insanların tutkularına kavuşması yönünde işlemiyor...

Kulağımıza sıkça gelen bir durum var; konservatuvarlarda torpil olmazsa olmazlardan. Konservatuvar sınavlarına girip de, "ağzının payını alan" insanlar, korkularına yenik düşüp, adlarını açıklamadan şikayette bulunuyorlar. Adlarını açıklama yürekliliğini gösterebilseler, hem kendileri daha insancıl bir duruma evrilecekler ve hem de kendilerinden sonra gelen öğrencilerin hak kazanımını sağlayabilecekler!...

Konservatuvarların işleyişine sıcak bakan bir kurum değiliz. Hatta konservatuvarların çürümüşlüğünden nefret ediyoruz. Her şeye karşın, sende tutku haline dönüşen durumu soğutma ve sana verilmeyeni sürekli olarak iste...

10 Ekim 2007 Çarşamba

Tiyatronun neliği...

Tiyatro, bir sanat olmasına karşın, yaşamın tüm alanlarına değen bir edimdir: Kültür, bilim, estetik, siyaset ve insana değgin her alanla ilişkisi vardır tiyatronun...

Tiyatro, insana değgin her alanla ilişki içerisinde bulunmasına karşın, kendisi dışında kalan hiçbir şeyin, birebir aynısı değildir. Tiyatro, salt kültür değildir. Tiyatro, salt bilim değildir. Tiyatro, salt siyaset değildir. Liste uzadıkça uzar...

Tiyatro, insana değgin her alanla ilişki içerisinde olmakla birlikte, tüm sanatlarla da iç içedir: Resim, heykel, seramik, müzik, dans, bale, opera, edebiyat, şiir, fotoğraf, sinema...

Tiyatro sanatıyla ilgilenenlerin entelektüel olma zorunluluğu, bu sanatın doğasından kaynaklanır. Tiyatro sanatıyla ilgilenen bireyler, insana değgin tüm edimleri ayrımsayabilme becerisine sahip olmalıdır. Peki ayrımsayamazsa ne olur?... Hiçbir şey olmaz yada çok şey olur...

Örnekse Devlet Tiyatroları yada Şehir Tiyatroları bünyesinde bulunanların ezici çoğunluğu, yukarıda belirttiğimiz durumu ayrımsayamaz. Ayrımsaması olası değildir. Ayrımsayanların, o kurumlarda barınabilmesi olanaksızdır. Kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için var olan ödenekli tiyatrolar, insanlığın gelişimi için bir gıdım ileri adım atmak isteyeni imha ederler. Tiyatroyu bir esnaflık olarak görmek zorunda olanlar, bu durumdan rahatsız olmazlar. Hatta, onların varlık nedeni, içerisinde bulundukları kurumun halka karşıt işler yapmasıdır!...

Sadece kendi işini (tiyatro esnaflığını) yapan ve başını sallayıp bankamatikten maaşını alanlar, bu işin (tiyatronun) bir sanat olduğunu ve yaşama değgin sorunsal içerdiğini duyumsamadan yaşar ve duyumsamadan ölürler...

Oyuncu çok şey anlatır...

9 Ekim 2007 Salı

Tiyatro sanatıyla ilgili sorular sorabilirsiniz...

Yanıtını vermekte zorlandığınız soruları bize yönlendirin, yanıtlayalım...

Chaplin duyarlılığı...

Zamanının tümünü Hollywood'a tutsak etmeyen Charlie Chaplin, özgür zamanlarında, toplumun çektiği acıların mekanlarını da gezmeyi ihmal etmiyordu...

İrlandalı sendika yöneticisi Jim Larkin'in yattığı cezaevini ziyaret eden Chaplin, Amerikan emperyalizminin tutsak ettiği insanların çektiklerine de tanık oldu...

Chaplin'in kitabından aktarıyoruz:


Hapishanelerin garip bir havası vardır. İnsan burada kendini dışlanmış ve hayatı askıya alınmış gibi hisseder. Sing - Sing'in küçük ve taş hücreleri oldukça kalabalıktı ve her hücrede dört ya da altı tutuklu kalıyordu. Böylesi ürkütücü bir yer inşa etmek ne tür bir insanın beyninin ürünü olabilir! Biz gittiğimizde tutuklular avluya çıkartıldıklarından hücreler bomboştu. Yalnızca genç bir tutuklu hücresinin kapısına dayanmış boş gözlerle tavana bakıyordu. Gardiyan yeni gelen tutukluların daha iyi hücrelere gönderilmeden önce ilk yıllarını burada geçirmeleri gerektiğini söyledi bize. Genç tutuklunun hücresinin önünden geçerken içimi yoğun bir klostrofobi duygusu kapladı. "Aman Tanrım!" dedim dehşetle. "Bu insanlıkdışı bir şey!"

Hayatımın Hikayesi / sf. 260

8 Ekim 2007 Pazartesi

HOMEROS (altıncı çalışma-ikinci bölüm)

HOMEROS (altıncı çalışma-birinci bölüm)

Hilmi Bulunmaz ile söyleşi...

Chaplin oyunculuk öğretiyor...


Yaptıklarıyla, dünyanın değişmesine neden olan Charlie Chaplin, bıraktılarıyla da, dünyanın değişmesine katkıda bulunuyor...

Yoksun, yoksul bir insan olarak dünyaya gelen Chaplin, hem kendini varsıllaştırdı ve hem de toplumun düşünsel evrenini varsıllaştırdı...

Hiçbir zaman unutulmayacak olan Charlie, yazdığı yaşamöyküsüyle de bizlere seslenmeyi sürdürüyor...


Tiyatroda Shakespeare'den hoşlanır gibi yapmam mümkün değil. Onun oyunlarında hoşuma gitmeyen canlı bir oyunculuk söz konusuydu ve ben buna hiç ilgi duymuyordum. Kendimi aşırı özenle hazırlanmış bir söylevi dinler gibi duyumsuyordum.

Sevgili Puck'um yanıma gel, hatırlarsın
Deniz kenarındaki bir burunda oturup,
Ve yunusun sırtındaki deniz kızının,
Tatlı ve uyumlu soluğunu duyduğumdan beri,
Azgın deniz onun şarkısı karşısında yatışacak,
Ve bazı yıldızlar coşkuyla parıldayarak,
Deniz kızının ezgilerini dinlemeye geldiler.

Bu belki çok güzel olabilirdi ama ne var ki, ben tiyatroda bu tür bir şiirsellikten hoşlanmıyordum. Ayrıca kralları, kraliçeleri, azizleri içeren Shakespeare'in temalarını da hiç sevmiyordum. Belki de böylesi bir tepkiyi psikolojik nedenden yada benim şu garip solipsizmimden ötürü gösteriyordum. Ekmek ve peynir peşinden koşarak geçen hayatımda böylesi ünvanlara ve şereflere pek yer yoktu. Kendimi bir prensin sorunlarıyla özdeşleştiremem. Hamlet'in annesi saraydaki herkesle yatabilir ve ben bunun Hamlet'e olan etkisi karşısında hala hiçbir şey hissetmeyebilirim.

Bir oyunun sahnelenmesine ilişkin tercihim geleneksel tiyatro kalıpları içerisindedir yani perdenin kalkmasıyla birlikte izleyicilerin kendilerini gerçek bir dünyada bulmalarından yanayım. Sahnenin, perdenin açılıp kapanmasıyla bağlantılı olmasını isterim. Perde açılmadan sahneye çıkıp sütuna yaslanarak oyuna izleyicileri de katmak isteyerek konunun özetini anlatan yapıtlardan hiç hoşlanmam. Bu bilgi verici olmasına rağmen tiyatronun büyüsünü yok eder.

Sahne dekorlarında yalnızca gerçeği yansıtan çalışmaları yeğlerim. Eğer söz konusu olan oyun gündelik hayatı yansıtan çağdaş bir yapıtsa dekorun geometrik biçimde olmasını istemem. Bu tür dekorlar sahnede olup bitene yürekten inanmamı engeller.

Bazı yönetmenler sanatçıyla oyunu arka plana alıp kendilerini öne çıkarmaktan yanadırlar. Ve oyuna sürekli karışıp dururlar. Sonra da kendilerinden geçerek coşkuyla şöyle bağırırlar: "Artık her şeyi senin duyarlılığına ve düşgücüne bırakıyoruz!" Bir keresinde Laurenc Oliver'ın bir dernek yararına üstünde sahne kostümü olmadan III. Richard'dan parçalar okuduğu geceyi hatırlıyorum. Sahnede olağanüstü olmakla birlikte beyaz kravatı ve smokiniyle garip gelmeşti bana.

Biri oyunculuğun rahatlatıcı bir duygu olduğunu söylemişti. Elbette bu tüm sanat dalları için geçerli olan ana ilkedir ama özellikle bir aktörün kendini sınırlaması ve kendini tutması gerekmektedir. Sahne istediği kadar çılgınlık ve coşkuyla dolu olsun aktör soğukkanlılığını korumalı ve duygularının yükselişiyle düşüşünü denetim altında tutmalı, izleyicilere sunduğu kişiliği ise heyecanlı ve denetimli olmalıdır. Bunu bir aktör yalnızca disiplinli bir gevşemeyle sağlayabilir. İnsan nasıl gevşer? Bu çok güçtür. Yöntemim oldukça kişisel sayılabilir: Sahneye çıkmadan önce her zaman aşırı sinirli ve heyecanlı olurum ve bu yoğun duygulardan öylesine yorulurum ki, artık sahneye çıktığımda gevşemiş ve rahatlamış olurum.

Oyunculuğun öğretilebileceğine inanmıyorum. Akıllı ve zeki kişilerin bunu başaramadığına öte yandan aptal diye nitelediklerimizin başarılı olduğuna tanık olmuşumdur defalarca. Charles Lamb'ın bir arkadaşı, yük arabası yapımcısı kuzenini para yüzünden zehirleyerek öldürmüştü. Bunu da büyük bir soğukkanlılıkla yapmıştı. İstediği kadar zeki biri olsun duyguları körelmiş bir insanın iyi bir aktör olamayacağının somut bir örneğidir bu.

Duygulardan arınmış bir akıl suçluların tipik özelliğidir. Öte yandan akıldan arınmış duygu silsilesi ise zararsız aptallığın tipik bir örneğidir. Ama akıl ve duygular kusursuz bir denge oluşturduklarında ise kusursuz bir aktör ortaya çıkar.

Başarılı bir aktör için temel gereksinme kendi oyunculuğundan hoşnut olmasıdır. Elbette bunu narsist anlamda söylemiyorum. Sıklıkla bir aktörün şöyle dediğine tanık olmuştum: "Şu rolü oynamayı ne kadar da çok istiyorum." Bundan, o rolde kendisini seveceği anlamı çıkar. Bu belki biraz ben merkezci olur ama büyük aktörler genellikle kendi yetenekleriyle ilgilenirler. The Bells'deki Irving, Svengali'deki Tree, A Cigarette Maker's Romance'daki Martin Harvey, bunların üçü de son derece sıradan ve basit oyunlardır ama o oranda da çok güzel rollerdir. Tiyatroya büyük bir sevgiyle bağlı olmak yeterli değildir; kişinin kendisine inanması ve kendini sevmesi de gerekmektedir.

Oyunculuk okullarındaki yöntemler çok az şey biliyorum. Anladığım kadarıyla oradaki eğitim kişiliğin geliştirilmesi üzerinde yoğunlaşmaktadır. Ama bazen bu bazı sanatçılarda tersine de olabilir. Tanımlanması olası olmayan kişilik bir gösteri aracılığıyla parıldar ve ortaya çıkar. Örneğin Stanislavski'nin geliştirdiği yöntemde kişinin "içindeki gerçeğe" inanması gerekiyordu. bundan ben "oynamak" yerine "olmak" kavramını çıkarıyorum. Yani canlandırılan kişinin kimliğine bürünmek. Bu, başkasının duygularını anlayabilmeyi gerektirir, olayları duyumsamaktır burada söz konusun olan. Bir başka deyişle, kişi bir aslan ya da bir kartal gibi olmanın ne tür bir duygu olduğunu duyumsamalıdır. Ayrıca canlandırdığı kişin ruhunu, iç dünyasını içgüdüsel olarak sezinleyebilmeli, bu kişinin tüm koşullarda tepkisinin ne olacağını anlayabilmelidir. Oyunculuğun bu bölümü öğretilemez.

Hayatımın Hikayesi / sf. 233-236

Chaplin sinema öğretiyor...

Amerikan emperyalizminin düş makinesi olan Hollywood'u algılamak için, Charlie Chaplin'in kitabını okumak gerekir. İnsani savaşıma katkıda bulunarak, sanatını damıtan ve sinema sanatına akıtan Chaplin'i daha yakından tanımanız için, sizlere tadımlık sunuyoruz:


Söz filmlerden açılmışken süper prodüksiyonlar yapmayı tasarlayanlara, ki bu filmler kolay yapılabilenlerdir, bir iki şey söylemek yararlı olabilir. Bu tür filmler için fazla düş gücü, oyunculuk ve yönetmenlik yeteneği gerekmez. İnsanın sadece on milyan dolara, kalabalık bir oyuncu kadrosuna, kostümlere, doğru dürüst mekanlara ve dekorlara ihtiyacı vardır. İyi bir tutkalın ve yelken bezinin yardımıyla Kleopatra Nil'de gezintiye çıkarılabilir, yirmi bin figüran Kızıl Deniz'de yürütülebilir ya da Eriha kentinin surları havaya uçurulabilir; bütün bunlar set işçilerinin hareketleridir. Mareşal, rejisör koltuğunda kucağında senaryosu ve çizelgesiyle otururken inşaat çavuşları kan ter içinde toprağı kazar ve birliklerine emirler yağdırırlar; bir ıslık "soldan on bin kişi girsin", iki ıslık ise "sağdan on bin kişi girsin" ve üç ıslık da "hadi, birleşin ve ilerleyin" anlamındadır.

Bu filmlerin büyük bir çoğunluğunun ana teması insanüstü olmaktır. Kahraman atlar, sıçrar, tırmanır, dövüşür ve aşık olur. Aslında tüm sorunlar bu yöntemle çözülür. Düşünme kavramı bir yana bırakılır.

Hayatımın Hikayesi / sf. 232

7 Ekim 2007 Pazar

Chaplin'in dostu Hart Crane...

"Ben işimi yaparım, gerisi beni ilgilendirmez!..." diyen şarlatan oyunculara benzemeyen Charlie Chaplin, yaşamın her alanına nüfuz eden bir duyarlılığa sahipti. Yanlışlarının yanında doğruları, büyük bir güç oluşturuyordu. Afa yayınlarından yayımlanan yaşamöyküsünden küçük bir alıntı yapıyoruz:


Hart Crane inanılmaz derecede yoksuldu. Şeker-çikolata sanayiinin milyonerlerinden olan babası oğlunun baba mesleğini sürdürmesini istediğinden parasal yardımını keserek oğlunu şiirden uzak tutmaya çalışmıştı. Çağdaş şiirden ne anlıyor ne de hoşlanıyordum ama bu kitabı yazarken Hart Crane'nin The Bridge'ini okumuş ve onun duygusallık fışkıran değişik ve dramatik yapılı şiirleri karşısında büyük bir hayranlık duymuştum. Sanki biri acı ve tiz sesle bağırıyor gibiydi bu şiirlerde. Belki de bu Hart Crane'in sesiydi. Fakat bununla birlikte onda her zaman yumuşak bir sevecenlik vardı.

Şiirin amacını tartıştık. Ben bunun dünyaya yollanan bir aşk mektubu olduğunu söylemiştim. "Ama çok küçük bir dünyaya," demişti Hart acıyla. Çalışmalarımı geleneksel Yunan komedisine benzetiyordu. Aristo'yu okumaya çalıştığımı ama bir türlü bitiremediğimi söyledim ona.

Hart'a bir ara Guggenheim Bursu verildi ama bu iş için artık çok geç kalınmıştı. Yoksullukla geçen uzun yıllardan sonra kendini iyice içkiye vermişti ve bir yolcu gemisiyle Meksika'dan Amerika'ya dönerken kendini denize attı.

Hayatımın Hikayesi / sf. 227

6 Ekim 2007 Cumartesi

tiyatroyun sitesini kirletmek istiyorlar!...

OYUN dergisi sitesine girmek için www.tiyatroyun.blogspot.com (tek "0" ile) yazılıyor. Ne var ki, Internet Canavarı Burak Caney, www.tiyatrooyun.blogspot.com (çift "00" ile) yayına başlayıp, sitemizi kirletmek istiyor!...Lütfen dikkat: tek "o" ile yazın; www.tiyatroyun.blogspot.com

Yazarların destekçisi Charlie Chaplin...

Kitaplarını okuduğum ve büyük bir hayranlık beslediğim Frank Harris benim idolümdü. Frank sürekli parasal sıkıntı içindeydi. Çıkarttığı Pearson's Magazine adlı aylık dergi iki haftada bir kapanma tehlikesi yaşardı. Kitaplarından biri çıktıktan sonra ona bir bağışta bulunmuştum. Karşılığında Oscar Wilde'la ilgili yazdığı iki ciltlik kitabını bana yollayarak kapağına şunları yazmıştı:

"Charlie Chaplin'e. -Beni hiç tanımadan yardım eden o ender insana, büyük bir hayranlık duyduğum komedi dünyasının o ender yeteneğine, insanları ağlatmak yerine güldürmeyi yeğleyen bu büyük sanatçıya dostu Frank Harris bu kitabı Ağustos 1919'da yollamaktan büyük bir kıvanç duymaktadır. 'İnsanlar hakkındaki gerçeği yaşlı gözlerle yalnızca yazarlar ortaya çıkarabilir' Pascal."

Charlie Chaplin / Hayatımın Hikayesi sf. 221

4 Ekim 2007 Perşembe

Savaş, hayata ve sanata karşı!...

Sadece sanat yapmakla yetinmeyen, iyi-kötü politika da yapan Chaplin, aynı zamanda, anılarını da kaleme aldı. Afa yayınlarından çıkan kitabından alıntı yapıyoruz:

Savaş olmadan yaşamak birden hapisten kurtulmak gibi bir duyguydu. Aylarca o kadar koşullanmış ve disiplinli hayat sürdürmüştük ki, savaş bittikten sonra bile yanımıza celp kağıtlarımızı almadan sokağa çıkamaz olmuştuk. Bununla birlikte müttefikler savaşı kazanmıştı -bu ne anlama geliyorsa, tabii.- Ama barışı kazandıklarından emin değillerdi. Yalnızca tek bir şey kesindi, o da bizim tanıdığımız, bildiğimiz uygarlık bir daha asla geri gelmeyecekti. O dönem kapanmıştı. O dönemle birlikte namus, dürüstlük gibi kavramlar da yok oldu... hoş, bunlar zaten hiçbir dönemde baştacı edilmemişti.

Hayatımın Hikayesi / sf. 206, son paragraf