Tiyatro, bir sanat olmasına karşın, yaşamın tüm alanlarına değen bir edimdir: Kültür, bilim, estetik, siyaset ve insana değgin her alanla ilişkisi vardır tiyatronun...
Tiyatro, insana değgin her alanla ilişki içerisinde bulunmasına karşın, kendisi dışında kalan hiçbir şeyin, birebir aynısı değildir. Tiyatro, salt kültür değildir. Tiyatro, salt bilim değildir. Tiyatro, salt siyaset değildir. Liste uzadıkça uzar...
Tiyatro, insana değgin her alanla ilişki içerisinde olmakla birlikte, tüm sanatlarla da iç içedir: Resim, heykel, seramik, müzik, dans, bale, opera, edebiyat, şiir, fotoğraf, sinema...
Tiyatro sanatıyla ilgilenenlerin entelektüel olma zorunluluğu, bu sanatın doğasından kaynaklanır. Tiyatro sanatıyla ilgilenen bireyler, insana değgin tüm edimleri ayrımsayabilme becerisine sahip olmalıdır. Peki ayrımsayamazsa ne olur?... Hiçbir şey olmaz yada çok şey olur...
Örnekse Devlet Tiyatroları yada Şehir Tiyatroları bünyesinde bulunanların ezici çoğunluğu, yukarıda belirttiğimiz durumu ayrımsayamaz. Ayrımsaması olası değildir. Ayrımsayanların, o kurumlarda barınabilmesi olanaksızdır. Kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için var olan ödenekli tiyatrolar, insanlığın gelişimi için bir gıdım ileri adım atmak isteyeni imha ederler. Tiyatroyu bir esnaflık olarak görmek zorunda olanlar, bu durumdan rahatsız olmazlar. Hatta, onların varlık nedeni, içerisinde bulundukları kurumun halka karşıt işler yapmasıdır!...
Sadece kendi işini (tiyatro esnaflığını) yapan ve başını sallayıp bankamatikten maaşını alanlar, bu işin (tiyatronun) bir sanat olduğunu ve yaşama değgin sorunsal içerdiğini duyumsamadan yaşar ve duyumsamadan ölürler...