Dünyaya gözlerini açar açmaz bir ışık demetiyle değil, kör bir karanlıkla karşılaşmıştı. Kör müydü? Tüm sesleri işitiyor, tüm sözleri anlıyordu!... İçinde insan sıcaklığı olan kişiler ses verip konuştuğunda bu insanların içindeki ışığı hemen görebiliyordu. Derinin altında hareket eden iskelet seslerini duyduğunda, güneş bile birden bire kararıveriyordu. Hüzün...
Her canlı gibi doğmuş, her canlı gibi büyümüş ve her canlı gibi ölecekti. Bunu doğduğu ilk ânda duyumsamıştı. Bunu herkes duyumsar mıydı? Bilmiyordu... Bildiği bir şey varsa, kendisi dünyada olup biten her şeyi ânında duyumsayıp, en emniyetli kasadan bile daha emniyetli beyninin en derin yerine kilitlemeye programlanmıştı. Buna da emindi. Hüzün...
Çalışmak için geldiği bu dünyada gece gündüz çalışıyordu. Çalışmaktan yorulduğunda da bir başka işte çalışmaya can atıyordu. Dur durak nedir bilmeden didinip duruyordu. Kötülerin egemenliğindeki kem dünyanın iyileştirilebilmesi için durmadan çalışmaya yemin etmiş yada böyle bir programla dünyaya fırlatılmıştı... Sürekli çalışıyor, çalışıyordu. Hüzün...
Sekiz yaşındayken bir ayakkabı tamircisinin yanında yamak oldu. Daha işe başladığı ilk zamanlarda özen göstererek ayakkabıların dikilmesinde ustasına yardım etmeye yoğunlaşsa bile, ustasının, özel işlerini angarya biçiminde kendisine dayatması sonucu önce omuz silkmiş ve ardından kapıyı çarparak çekip uzaklara gitmişti!... Buna canı sıkılmıştı. Hüzün...
Bir yandan okulda defter, kalem, kitap ve çanta eskitirken, bir yandan da ikinci işinin arayışına girmişti. Çevresinden aldığı duyumlar sonucu, bir marangozhanede çalışmaya başlayabilmişti. Sıcak tutkal elde etmek için yoğun bir uğraş gerektiren kirli ve zor işi kendisine yüklemişlerdi... Ailesinden hiçbir kimse çalışması gerektiğini söylememesine karşılık, çalışmadan duramadığı, çalışmaya programlandığı için sürekli çalışma düzeninde yaşamayı yeğliyordu... Çalışmamak alçaklıkla birdi. Hüzün...
Birçok işe girip çıktıktan sonra, hem bir kuyumcu atölyesinde çalışıyor, hem seyyar satıcı olarak meyve satıyordu. Sadece birkaç saatlik uykuyla yetinerek özgür zamanında kitap okuyup, hayatı yeniden öğreniyordu... Hayat zordu... Hayatını kolaylaştırmak için hızla bilinçlenirken, şimşek hızıyla tiyatro sanatına musallat oluyordu! Pisler kirletiyordu. Hüzün...
Piyasa kültüründen uzaklaştıkça siyasallaşıyor ve işçi sınıfının hareketi içinde bulunduğu için ilelebet mutlu yaşayacağına hep emin oluyordu... Marks adı, Mars gezegeni kadar uzakta olsa da, bir meteor gibi hayatına girmiş ve bilimsel sosyalizmle tanışmıştı. Kapitalizmin tabu olmadığını, yoksulluğun kader olamayacağına karar verdiğinde bir işçiydi. Hüzün...
İnsandı, işçiydi, yoksuldu ve devrimciydi! Okul yüzü görüp görmediğini neredeyse anımsamıyordu. İnsanı eğip büken okuldan nefret ediyordu. Zorlansa da okuyabilirdi... Okumayı yeğlemedi... Düzene eklemlenmek, düzenin çanağını yalamak istemiyordu... Kapitalizmin okuluna gitmek yerine, hayatın okuluna gitti. Hayat okulunda alın teri, nasır ve bilimsel sosyalizm vardı... Bilim, matematik, sanat, siyaset, şiir okudu. Hüzün...
Askere gitmek zorunluydu! O yaşlardeyken "Savaş Karşıtları Derneği" kurmayı akıl edememişti. Gitti... Yirmi ayı gitti... Geldi. Kavgaya hiç ara vermediği için yeniden başlamak gibi bir lükse sahip değildi. Kötülüğün iktidarda olduğu dar zamanlarda durup dinlenmek yasaktı!... Bu yasağı kendi kendine kendisi koymuştu. Hep çalışıyor, okuyor, sanat, siyaset yapıyordu. En sevdiği renk kızıl bayrağı asla kan kokmuyordu. Hüzün...
Kendini bildi bileli hep tiyatro yapıyordu. Verili tiyatronun pisliğini çok iyi bildiği için, bu tiyatronun ceset hâline gelmişliğini teşhis edebiliyor, yepyeni tedavi yöntemleri geliştiriyordu. Kendisinin, devletin, halkın ve tüyü bitmemiş yetimin çıkarlarının ortaklaşması için, toplumsal gücün bilimsel sosyalizmi öğrenmesini arzu ediyor, bunu salt arzu düzeyinde bırakmayıp, koşullarını sürekli zorluyor, zorluyor, zorluyordu. Hüzün...
Düşlerini süsleyen en büyük varsıllık, kendi adını taşıyabilen bir tiyatro kurmaktı... Kurdu... Kurar kurmaz da, başta resmî faşizm olmak üzere, ülkedeki her renkten faşizmin şimşeklerini hep üzerine çekti... Faşistler ittifak kurup, önüne hep barikat ördüler! Barikatları teker teker aştıkça, tiyatral tarikatla baş başa kaldı... Kudurmuş köpekler gibi pis salyalarını akıtan "bin bir gece masallı masklı alçaklar", önce illegal olanı ve hemen arkasından da legal olanı keskinleştirerek üzerine saldırdılar. Yılmadı... Yılmazdı... Kendi için, devlet için, halk için ve tüyü bitmemiş yetim için yılmaması gerekiyordu. Kendisi için değil ama karşıtları için... Hüzün...
Her canlı gibi doğmuş, her canlı gibi büyümüş ve her canlı gibi ölecekti. Bunu doğduğu ilk ânda duyumsamıştı. Bunu herkes duyumsar mıydı? Bilmiyordu... Bildiği bir şey varsa, kendisi dünyada olup biten her şeyi ânında duyumsayıp, en emniyetli kasadan bile daha emniyetli beyninin en derin yerine kilitlemeye programlanmıştı. Buna da emindi. Hüzün...
Çalışmak için geldiği bu dünyada gece gündüz çalışıyordu. Çalışmaktan yorulduğunda da bir başka işte çalışmaya can atıyordu. Dur durak nedir bilmeden didinip duruyordu. Kötülerin egemenliğindeki kem dünyanın iyileştirilebilmesi için durmadan çalışmaya yemin etmiş yada böyle bir programla dünyaya fırlatılmıştı... Sürekli çalışıyor, çalışıyordu. Hüzün...
Sekiz yaşındayken bir ayakkabı tamircisinin yanında yamak oldu. Daha işe başladığı ilk zamanlarda özen göstererek ayakkabıların dikilmesinde ustasına yardım etmeye yoğunlaşsa bile, ustasının, özel işlerini angarya biçiminde kendisine dayatması sonucu önce omuz silkmiş ve ardından kapıyı çarparak çekip uzaklara gitmişti!... Buna canı sıkılmıştı. Hüzün...
Bir yandan okulda defter, kalem, kitap ve çanta eskitirken, bir yandan da ikinci işinin arayışına girmişti. Çevresinden aldığı duyumlar sonucu, bir marangozhanede çalışmaya başlayabilmişti. Sıcak tutkal elde etmek için yoğun bir uğraş gerektiren kirli ve zor işi kendisine yüklemişlerdi... Ailesinden hiçbir kimse çalışması gerektiğini söylememesine karşılık, çalışmadan duramadığı, çalışmaya programlandığı için sürekli çalışma düzeninde yaşamayı yeğliyordu... Çalışmamak alçaklıkla birdi. Hüzün...
Birçok işe girip çıktıktan sonra, hem bir kuyumcu atölyesinde çalışıyor, hem seyyar satıcı olarak meyve satıyordu. Sadece birkaç saatlik uykuyla yetinerek özgür zamanında kitap okuyup, hayatı yeniden öğreniyordu... Hayat zordu... Hayatını kolaylaştırmak için hızla bilinçlenirken, şimşek hızıyla tiyatro sanatına musallat oluyordu! Pisler kirletiyordu. Hüzün...
Piyasa kültüründen uzaklaştıkça siyasallaşıyor ve işçi sınıfının hareketi içinde bulunduğu için ilelebet mutlu yaşayacağına hep emin oluyordu... Marks adı, Mars gezegeni kadar uzakta olsa da, bir meteor gibi hayatına girmiş ve bilimsel sosyalizmle tanışmıştı. Kapitalizmin tabu olmadığını, yoksulluğun kader olamayacağına karar verdiğinde bir işçiydi. Hüzün...
İnsandı, işçiydi, yoksuldu ve devrimciydi! Okul yüzü görüp görmediğini neredeyse anımsamıyordu. İnsanı eğip büken okuldan nefret ediyordu. Zorlansa da okuyabilirdi... Okumayı yeğlemedi... Düzene eklemlenmek, düzenin çanağını yalamak istemiyordu... Kapitalizmin okuluna gitmek yerine, hayatın okuluna gitti. Hayat okulunda alın teri, nasır ve bilimsel sosyalizm vardı... Bilim, matematik, sanat, siyaset, şiir okudu. Hüzün...
Askere gitmek zorunluydu! O yaşlardeyken "Savaş Karşıtları Derneği" kurmayı akıl edememişti. Gitti... Yirmi ayı gitti... Geldi. Kavgaya hiç ara vermediği için yeniden başlamak gibi bir lükse sahip değildi. Kötülüğün iktidarda olduğu dar zamanlarda durup dinlenmek yasaktı!... Bu yasağı kendi kendine kendisi koymuştu. Hep çalışıyor, okuyor, sanat, siyaset yapıyordu. En sevdiği renk kızıl bayrağı asla kan kokmuyordu. Hüzün...
Kendini bildi bileli hep tiyatro yapıyordu. Verili tiyatronun pisliğini çok iyi bildiği için, bu tiyatronun ceset hâline gelmişliğini teşhis edebiliyor, yepyeni tedavi yöntemleri geliştiriyordu. Kendisinin, devletin, halkın ve tüyü bitmemiş yetimin çıkarlarının ortaklaşması için, toplumsal gücün bilimsel sosyalizmi öğrenmesini arzu ediyor, bunu salt arzu düzeyinde bırakmayıp, koşullarını sürekli zorluyor, zorluyor, zorluyordu. Hüzün...
Düşlerini süsleyen en büyük varsıllık, kendi adını taşıyabilen bir tiyatro kurmaktı... Kurdu... Kurar kurmaz da, başta resmî faşizm olmak üzere, ülkedeki her renkten faşizmin şimşeklerini hep üzerine çekti... Faşistler ittifak kurup, önüne hep barikat ördüler! Barikatları teker teker aştıkça, tiyatral tarikatla baş başa kaldı... Kudurmuş köpekler gibi pis salyalarını akıtan "bin bir gece masallı masklı alçaklar", önce illegal olanı ve hemen arkasından da legal olanı keskinleştirerek üzerine saldırdılar. Yılmadı... Yılmazdı... Kendi için, devlet için, halk için ve tüyü bitmemiş yetim için yılmaması gerekiyordu. Kendisi için değil ama karşıtları için... Hüzün...