6 Aralık 2013 Cuma

Bulunmaz, Türk aydınının aydınlık ve karanlık yüzünün falına bakıyor!

Hilmi Bulunmaz
6 Aralık 2013

Aydın, iktidarlarla hesaplaşabilme yeteneği geliştiği oranda halka yararı dokunabilme olasılığı bulunan kişidir. İktidarlarla al takke ve külah yapan görgülü aydınlar, halkın aydınlanması için değil, iktidarlara itaat etmesi çalışırlar. Halkın, kendi lehine karar vermesi için savaşım veren aydınlara karşı tuzak hazırlanmasında da büyük bir işlev yüklenen iktidar aydınları, iktidarın sağladığı olanakların karşılığını verebilmek için, gün yirmi dört saat iktidarların düşünsel bekçiliğini yaparlar. Bekçilik yaptıkça ödüllendirileceğine emin olan egemen aydınlar, etkinlikte bulundukları alanın özgüllüğünü çok iyi bildikleri ve özgüllüğün özgünlüğü çerçevesinde özgürlük alanını genişlettiği oranda, halkın ilelebet iktidarlara hizmet etmesi için kalıcı rıza yöntemleri uydururlar. Bütünlüklü, çoğul, nesnel, tümel mantık yerine, bütünlüksüz, tekil, öznel, tike mantık inşa eden egemenlerin aydını, tümel mantık peşindeki halk aydınlarına karşı küçükseyici eylem ve söylemlerle piyasa oluştururlar. Meta estetiğinin tutsağı olan ve bu sentetik estetiğin hizmetinde düşünsel işlerle iştigâl eden egemen aydın, meta estetiği yerine Marksist estetik oluşturma çabasındaki halk aydınlarını, ellerindeki tüm üretim araçlarıyla harcamak isterler. Marksist estetik oluşumu için ömrünü sınıfsal kavgaya yatıran organik aydınlar karşısında, dişe dokunur ciddî bir düşünsel derinlik oluşturamayan egemen aydın, başta din olgusu olmak üzere, mistik evrenin bulanıklığına yaslanarak, emek-sermaye çelişkisinin üzerine dumanlı bir karmaşa şalı atmaya çabalar. Egemen aydın karanlık bir evren inşa ederken, işçi sınıfı aydını aydınlık evrenin net görünümünü emekçi halka gayet anlaşılır bir dille anlatır. İşçi sınıfından aldığı eylem gücünü kendi söylem gücüne eklemleyen aydınlık evren sahibi aydın, yan gelip yatarak, kavramlarla oynamak yerine, kendisi de çalışarak, işçi sınıfının çektiklerini bir ân olsun unutmamaya kararlıdır. Çalışan aydın, kağıtlar arasında ömrünü geçiren fındık faresi gibi kişiliksiz egemen aydınlara karşı, son derecede büyük bir üstünlük içerisindedir. Âdeta trajik bir zorunluluk olan bu durum, egemen aydınlarla muhalif aydınları sürekli olarak karşı karşıya getirir. Kendilerine "aydın" kavramını yakıştıran (aslında bu kavramı sahiplerinden edinmişlerdir) egemen aydınlar, ne kadar çok yabancı dil bildiklerini, nasıl bir yazınsal devinim içerisinde bulunduklarını, düşünsel işlerle uğraşmaktan yıprandıklarını, halkın kendisini asla ve kesinlikle anlayamadığını, halbûki kendisinin içinde bulunduğu yaşama değil, köşk yaşamına, şato yaşamına, villa yaşamına, yalı yaşamına lâyık olduğunu yineleyip dururlar. Kirasını bile zor ödediği "lüks" evlerinde ödül düşleri gören egemen aydınlar, nasıl olsa bir gün, ağzında gümüş kaşıkla doğan "gerçek egemen aydınlar gibi" zenginleşeceğini düşünerek, egemen aydınlıktan istifa edebilecek yada ölebilecek diğer aydınların yerine geçme jimnastikleri yaparlar. İşçi sınıfının oluşturduğu organik aydınlarsa, sosyo-ekonomik durumu ne olursa olsun, egemen aydınların çanak yalayan ruh hâllerine asla öykünmez. Öykünmek bir yana, egemen aydınların pespayeliğini sürekli olarak dile getirirler. Peki, bu dile getirme süreklilik kazandığında ne olur? Egemen aydınlar, çanaklarından beslendikleri sahiplerinin sesiyle, halk aydınlarına saldırıp, onlar hakkında küçük düşürücü kampanyalar düzenlerler.