21 Aralık 2008 Pazar

Nazım Hikmet'in tiyatrosunu eksik anlatmak

Şiir okuma alışkanlığı edindiğimde, ilk okuduğum şairlerden biri Kemal Özer'di. Kemal Özer'i ne zaman düşünsem, hemen aklıma güller gelir. Bir de sosyalizme imge yetiştirmeye çalışan evecen bir yürek.

Kemal Özer'le ilk tanışmamız, bir belediye otobüsünde olmuştu. Eminönü'nden Cağaloğlu'na giderken, yanımda oturan adam, çantasından bir kitap çıkarıp okumaya başlamıştı. Çantasını açtığında içinde kitaplar, iki mandalina ve bir bisküvi vardı. Yıl, 1980 olmalı. Çantaya zum yapan bir kamera gibi baktığımdan, adamın yüzünü henüz görememiştim. İki mandalina, küçük bir pakette uslu uslu duran "taç kraker" ve kitaplar. Merak edip yüzünü incelemek istedim. Bakar bakmaz Kemal Özer olduğunu anladım. "Merhaba" dedim. "Merhaba" dedi. Kendimi tanıtırken, "Ben bir Kemal Özer okuruyum" sözlerini vurguladım. Gül imgesini kullandığı şiirlerini çok sevdiğimi belirttim. Yeniden görüşme dileğiyle ayrıldık. Sonra seyrek de olsa, zaman zaman görüştük. Bulunmaz Kültür Merkezi sürecinde, birlikte işler yaptık.

Kemal Özer'in soL gazetesindeki yazılarını okuyorum. Dün yazdığı yazıyı da okudum. Nazım Hikmet'ten bahsediyordu. Mutlaka ben de yayınlamak istedim ve aşağıda okurlarıma sundum. Ne var ki Nazım Hikmet Tiyatrosu gündeme geldiğinde, bu konuda eleştirel bir kitap yazmış (Bakınız: "Yönetmen Tiyatrosu"na Karşı / Bir Shakespeare ve Nazım Hikmet Savunması) Coşkun Büktel'den bahsetmemesi, Özer'in dersini tam çalışmadığı anlamına geliyor. Her şeye karşın, Kemal Özer'in aşağıdaki yazısını okumanızı öneririm. (HB)


Nazım Hikmet, Çokseslilik ve Akademi


Kemal Özer
21 Aralık 2008


Bu yıl üçüncüsü yapılan Kadıköy Kitap Günleri'nin izlencelerinden biri Nâzım Hikmet'in dün-bugün-yarın bağlamında konuşulmasına ayrılmıştı. Orhan Aydın'ın sunumunu yaptığı söyleşiye Yılmaz Onay ve Efe Duyan'la birlikte ben de katıldım.

Sunum yapılırken ve Nâzım'ın tiyatrosunu Yılmaz Onay ele alırken bir saptamadan yola çıkıldı. Tiyatro alanında sürekli çalıştığı ve onca yapıt ürettiği halde Nâzım Hikmet'in bu dalda küçümsendiği vurgulandı. Oysa tiyatro sanatı açısından hiç de önemsiz, küçümsenecek yapıtlar ortaya koymamıştı Nâzım. Tam tersine, yazdığı oyunlar tek tek ele alınıp üzerinde durulunca, bu dalda da şiirinde olduğu gibi yenilikler getirdiği, üslûbuyla ve ele alıp işlediği sorunlarla başarılı bir tiyatro yazarı sayılması gerektiği ortaya çıkıyordu.

Yılmaz Onay, oyunlarından bir bölümü üzerinde durarak sözkonusu yargının yanlışlığını vurgulayan bir konuşma yaptı. İzleyicilerden de, Nâzım'ın oyunları üzerine onu destekler doğrultuda görüşler geldi. Ve bu yanlış değerlendirmelerin nerden kaynaklandığı sorusunu yanıtlarken, aynı yanlışlığın şiirleri için de sözkonusu olduğunu söyledim.

Nedeni, bütünlük içinde bakılmamasıydı bence. Şiirlerini olduğu gibi, tiyatrosunu da doğru okumak gerekiyordu. Doğru okumanın koşullarına gelince, Nâzım'ın sanatını bütünüyle kavrayabilmek için onu oluşturanı bir daha ayrıştırmalı, tek tek ele alıp değerlendirmeliydi.

Her zaman gündemdeydi bu, ama şu günlerde gereği daha çok artmıştı. Çünkü Nâzım Hikmet Akademisi kurulacaktı yakında. Akademi kavramıyla Nâzım'ı yan yana getirirken, her ikisinin nasıl algılanacağı bir daha tartışılmalı ve bir sonuca varılmalıydı.

Bunları göz önünde bulundurarak, konuşmamda öncelikle bir kavga ozanı, bir dünya ozanı olarak, bir ozan tasarımının öznesi olarak Nâzım'a nasıl baktığımı, her fırsatta yaptığım gibi, bir daha ortaya koymaya çalıştım.

Evet, Nâzım Hikmet bir kavga ozanıydı. Kendi geleneğimiz içinde bir savaşımcı ozanlar zincirine ekleniyordu. Ama onu bu gelenek içinde farklı kılan, bilimsel dünya görüşüydü.

Evet, Nâzım Hikmet, aynı zamanda bir dünya ozanıydı. Çünkü yalnız kendi ülkesi için, kendi ülkesinin insanı için yazmıyordu. Bütün insanlık adına yazıyordu. Savaşımı da, yalnız kendi ülkesinin koşullarıyla, o koşulları aşmayla, kendi ülkesinde yaşama tanıklık etmek ve o yaşamı değiştirmekle sınırlı değildi. Bütün insanlık adına yeni bir toplum düzeni, yeni bir yaşam anlayışı için yola çıkmıştı.

Bu yüzden yalnız kendi ülkesi için bir yol açıcı, bir dönüşüm sağlayıcı, bir örnek oluşturucu olarak kalmıyordu. Bütün bir çağın tanıklığını yapıyor, o çağda yaşayanların ortak sözcüsü, duygu ve düşünce ufkunun genişleticisi oluyordu.

Böyle kapsamlı bir kavganın ozanı bunu nasıl gerçekleştiriyor diye sorup yanıtını aradığımızda ise, kavgayı yalnız belli alanlarda, belli yollarla, belli bir tavır içinde yapmayı algılamadığını görüyoruz. Kavgayı yaşamın her alanında göğüslemek diye özetlenebilecek bu yaklaşım, onun şiirinde öncelikle geniş bir yüzölçümüyle karşımıza çıkıyor.

Türsel alanda hemen her yazış biçimini, dilsel alanda konuşma dilinden geleneksele her söyleyişi, anlatım alanında her özelliği kullandığını; güncel olaylardan tarihe, ahlâktan ütopyaya, diyalektikten uzay çağına dek hemen her kavram ve kesite ilgi gösterdiğini gözlemliyoruz.

Aynı zamanda söylenen söz kadar, söyleyiş biçimine de önem verdiğini, bu bakımdan sürekli arayış içinde olduğunu, bulduğu/kullandığı biçimlerle/söyleyişlerle yetinmediğini saptıyoruz. “İnsana has olan her şey şiire de hastır” kaynaklı bir tutumdur ona göre değişmeyen tek şey. Geri yanı boyuna değişmektir; değişmeyeni en dokunaklı, en usta, en faydalı, en güzel, en yetkin dile getirebilmek için durmadan değişecektir.

Bu değişim süreci içinde tekseslilikten çoksesliliğe yönelecektir. Yeni bir dünya tasarımının şiiri ancak bu çokseslilikle olanaklıdır çünkü. Ve bu çoksesliliği yalnız şiir birikiminde değil, onun bütün çalışmalarını yan yana getirdiğimizde de görebiliriz.

Bütünlük içinde bakmak derken, doğru okumak derken kastedilen bu olmalı. Akademi kavramıyla Nâzım Hikmet'i yan yana getirirken de bu olmalı. Akademi kavramıyla ondaki bu çoksesliliği, bu sürekli değişimi bağdaştırabilecek koşulları yaratmak için.

kemozer@gmail.com
www.kemalozer.net
www.blogcu.com/kemalozer

(Kaynak: soL)