26 Mart 2009 Perşembe

Elini, dilini, belini burjuvazinin emrine veren tiyatro esnafı, gençlerin samimi sorularını savuşturmak için, adeta birer "sanatsavar" gibi davranıyor

Hilmi Bulunmaz
26 Mart 2009


(Yatık sözcükler bana ait değil. HB)


25 Mart 2009 gecesi, saat 23.15’te, Coşkun Büktel’in uyarısıyla, "Dünya tiyatrolar haftasında tiyatro ve sanat; her yönüyle Abbas Güçlü İle Genç Bakış" programını izledim. Müjdat Gezen, Selçuk Yöntem, Nilgün Belgün ve Altan Erkekli'nin konuk olduğu Maltepe Üniversitesi’nden yapılan canlı yayın, Kanal D'deydi. Televizyon izleme alışkanlığım olmadığı için, Internet üzerinden izlediğim program, teknik yetersizlik nedeniyle, zaman zaman donup kalsa da, konuşulanları anladığım kanısındayım.

Sade suya tirit, "konuşmak için konuşmak" mantığının ötesine geçmeyen, geçemeyen, geçmemesi için yoğun çaba harcanan program, bence "kültür faşizmi"ne iyi bir örnekti. Maltepe Üniversitesi öğrencilerinin tıka basa doldurduğu salonda, öğrencilerden kaynaklanmayan bir samimiyetsizlik havası egemendi. Üniversite öğrencileri, genç olmalarının verdiği samimiyetle, zaman zaman önemli sorular sorma cesareti gösterseler de, cesaretleri henüz teşebbüs aşamasındayken, başta Abbas Güçlü olmak üzere, konukların tamamı, bu teşebbüs aşamasındaki niyetlere bile hoşgörü gösterebilecek durumda değillerdi. Çünkü sahnede duranların (Abbas Güçlü, Müjdat Gezen, Selçuk Yöntem, Nilgün Belgün ve Atlan Erkekli) "Tanrı" ve salonda birer figüran gibi bekletilenlerin de "kul" olarak algılanmaları isteniyordu. İçinde bulunulan nesnel durum bunu dayatmıştı. "Üretim için eğitim" anlayışına uzak üniversiteler, böyle bir nesnelliğe neden oluyorlardı. 12 Mart Faşizmi ve 12 Eylül Faşizmi ardılı YÖK, böyle bir nesnelliği dayatıyordu.

Herhangi bir "Tanrı", herhangi bir "kul"un sorduğu herhangi bir soruyu beğenmediğinde -ki genellikle beğenmiyorlardı-, hemen parazit yapıp "Mikrofonu ağzına iyice yaklaştır!" diye bağırarak, "kul"unu azarlıyordu. Daha "dakika bir, gol bir" psikolojisi içerisindeki "kul", "Tanrı" karşısında ezilip büzülerek tuş oluyordu. "Kul"luğunu unutup biraz diklenen olduğunda da, "Tanrılar"ın ses dereceleri artıveriyordu. "Tanrılar", nasırına basılmış huysuz ihtiyarlar gibi, neredeyse avazı çıktığı denli bağırıp "kul"larına sözel saldırıda bulunuyorlardı.

Canımı sıkan bu durum, ertesi günümün de heba olmasına neden oldu. Can sıkıntımı hafifletebilmek için Abbas Güçlü'nün, güçlüden yana yayın yapan televizyonu Kanal D Internet sitesine bir göz atayım dedim ve aşağıdaki soruya benzer "şey"lerle karşılaştım. "Tanrılar"ın homurdanmasına benzeyen bu "şey"leri, küçük fırça darbeleriyle değerlendirmek istiyorum:

- Tiyatrolar sinema ve televizyon karşısında yenildi mi?

– Böyle bir soru sormak, yanlış düşünmemize neden olacağı için, doğru bir yanıt verilse bile, bence yanlış bir sonuca ulaşmamıza neden olur. Tiyatro da, tıpkı sinema ve televizyon gibi egemenlerin emrinde olduğu için, bence bir yenme-yenilme durumu söz konusu olmamıştır. Burjuvazi, sinema ve televizyonla birlikte, imge oluşturucu araçlarını zenginleştirmiştir.

- Sanat ve siyasetin yolları kesişir mi?

– Bir meyvenin çekirdeğiyle ilişkisi neyse, sanatın da siyasetle ilişkisi odur. Sanatla siyaset, birbirinden ayrılmaz ikilidir. Sürekli olarak birbirlerinden beslenirler. Yolları kesişmez. Yolları birdir. Nasıl ki tekerleksiz araba hareket edemezse, siyasetsiz sanat yada sanatsız siyaset de hiçbir işe yaramaz.

- Türkiye'de sanat gereken desteği görüyor mu?

– Fazlasıyla. Özellikle tiyatro, birkaç istisna dışında Kültür Bakanlığı çanağı yalamadan ayakta duramıyor. Tiyatrolar, izleyicilerine güveneceklerine Kültür Bakanlığı çanağı yalayıp, Efes Pilsen tezgâhtarlığı yapıyorlar. Böylelikle, tiyatrocular, sanatçı olacaklarına, esnaf oluyorlar.

..........Kültür Bakanı Ertuğrul Günay ve Fazıl Say ile Genco Erkal arasındaki polemik, Mehmet Ali Erbil'in Başbakan'ın bile diline dolanan sert açıklamaları ile sanat ve siyaset ilişkisi yeniden gündeme geldi...

Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, bu polemikte,"Nazım Hikmet sırtından para kazanma gayretlerinden" bahsetti. Ne var ki, sözünün gideceği adresi net olarak belirtmeyen Günay, böylelikle "kıvırmış" oldu. Oysa, çok uzun yıllardır, Genco Erkal, bizce "Nâzım Hikmet sırtından para kazanma gayretlerinden" hiç de vazgeçmiyor. Vazgeçmemekle birlikte, bir de Nâzım Hikmet’i sansür ediyor.

- Birçok tiyatronun kapanma noktasına geldiği ve birçok sanatsal projenin ödenek bulamadığı Türkiye'de sanat gereken desteği görüyor mu?

– Evet, örnekse sosyalist kimlikli Bulunmaz Tiyatro, polis marifetiyle sürekli olarak mühürlenip işlevsiz kılınırken, kendilerini devletin sıcak kollarına teslim eden kapitalist tiyatrolar Kültür Bakanlığı çanağı yalayarak, hangi sınıfa hizmet ettiklerini yaftalamış oluyorlar.

- Sanatın gelişmesi için siyasetin desteği şart mı?

- Yooo!... Sanatçı, zaten bir sınıfın siyasetini yaptığı için, kendiliğinden, o sınıfın siyasal desteğini almış oluyor. Kültür Bakanlığı çanağı yalayanlar, kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için tiyatro yaparlarken, emekçilerden yana tavır alan tiyatrolar da sosyalist siyasetin işaret fişeklerine dikkat ediyorlar.

- Tiyatrocular neden geçimini tiyatrodan sağlayamaz hale geldi?

– İzleyicisine güvenmedikleri için. Kültür Bakanlığı çanağı yalamayı alışkanlık haline getirdikleri için.

- Sanatçıların siyasi görüşlerini açıklaması doğru mu?

– Açıklamasalar da olur. Kültür Bakanlığı çanağı yalayanlar sağcı, yalamayanlar solcudur. Doğal ki bu çok kaba bir kategoridir. Ayrıntılı olarak irdelenebilir.

- Türkiye'de sanata sansür uygulanıyor mu?

– "Allah’ına kadar!" Sansürü uygulayanların başında, tiyatro maskesi takan tiyatro karşıtları geliyor. Kim bunlar? İftiracı Özdemir Nutku, yalancı Mustafa Demirkanlı, 3. Abdülhamid Ahmet Ertuğrul Timur, Kazmacıbaşı Örhan Alkaya, Lemi Bilgin… Ve bu tiyatro simsarlarından güç alan politikacılar, yerel yöneticiler, mülki amirler… Ve daha bir sürü zavallı...

- Sanatçıların siyasete atılmaları partilerin oy oranını etkiler mi?

– Etkilese ne olur, etkilemese ne olur? Önemli olan sanatçının hangi sınıfı temsil ettiği. Bizim için önemli olan emekçilerin evreninin zenginleşmesi, emekçilerin iktidara yürümesi. Biz, bunun için sanat yapıyoruz. Biz, elimizi, dilimizi, belimizi ve tüm gücümüzü emekçilerin iktidarı için kullanıyoruz.