Her olay, her olgu, her durum, her tartışma... beraberinde, "yeniden yapılanma"yı getirir... Tiyatroyu sanattan uzaklaştırmak isteyenlerle, tiyatroyu estetize etmek isteyenlerin savaşımını gözlemlemek için, duruşlarına bakmak gerekir. Örnekse Barışarock Festivali'ndeki "tacizci tiyatrocu" diye özetlenebilecek duruma, uzaktan (bile) bakmak, bu konuda görüş oluşturmak için yeterlidir. Tiyatroya bakış açınız, bu durumla, bir kez daha sınanacaktır: Tiyatroyu sanattan uzaklaştıranlardan mısınız, tiyatroyu estetize edenlerden misiniz?...
Gölge Tiyatro'nun yaptığı gibi; faşizmin tanımına (en azından emperyalizmin sonucu ve ardılı olma durumu) pek önem vermeden, salt "kaba güç kullanımı"nı yeterli görüp, Mehmet Esatoğlu'na "saldıran"ları "gamalı haçlı faşist" ilan etmek, herşeyden önce, bilimsel düşünceye aykırıdır...
tiyatrom'un yaptığı gibi; "aman ne sağa, ne sola kayalım, ortada duralım, işi tatlıya bağlayalım" anlayışına sahip olmak, toplumsal savaşımı göz ardı etmek, sınıflararası savaşımı yok saymak ve tam anlamıyla goşist tavır geliştirmektir...
Her ne denli iddia düzleminde kalsa, "kanıtlanmasa" da, Barışarock ve öncesindeki "tacizci tiyatrocu" olgusuna yaklaşım olarak, bize en yakın ve bilimsel gelen duruş iatp-g'inki...
Coşkun Büktel de, bu konuda, iatp-g 'yi, en yetkin kaynak olarak görüp, taa Mart 2007 tarihinde yazdığı (Mehmet Esatoğlu'na Cinsel Taciz suçlaması) başlıklı yazıda, iatp-g'ye link verdi...
Tiyatroyu sanattan uzaklaştıran Mustafa Demirkanlı'nın tiyatrodergisi.com.tr sitesi ve Demirkanlı'yı model almaya başlayan A. Ertuğrul Timur'un tiyatrom sitesi, egemenlerden yana değil, emekçilerden yana tavır alıncaya dek, eleştiri oklarımızın hedefi olacak. Bu görüşümüzü destekler nitelikte ve zihin açan bir yazı olduğundan iatp-g'den aktarıyoruz:
Ömer F. Kurhan (04.09.2007)
Tiyatrom sitesinin son başlığı “Tiyatro Bokun İçinde Yüzüyor!” şeklinde. Tiyatronun nasıl bir “bokun” içinde yüzdüğünü göstermek içinse, başlığın hemen yanında yakışıksız olduğu varsayılan çeşitli polemiklerden alınan bazı alıntılar var. Bunlardan iki tanesi “TACİZCİ!” ve “FAŞİST!”; yani son olarak BarışaRock’ta Esatoğlu’na dönük yapılan protestolar sırasında kullanılan iki bildik suçlama, tiyatronun içinde yüzen “bokun” kanıtları olarak sunuluyor. Ortada gerçekten tacizcilerin ya da gerçekten faşistlerin olup olmadığı ya da bu suçlamaların hangi gerçeklere işaret ettiği ele alınmıyor; bu suçlamaların yapılmasının genelde tiyatro adına büyük bir bahtsızlık olduğu ileri sürülüyor.
Esatoğlu vakasına girmeden önce, Tiyatrom’un yazar ve çevirmen Coşkun Büktel’in oldukça kişisel görünen, ama aslında resmi tiyatro sistemi ile geliştirdiği ve yıllardır sürdüğünü bildiğimiz polemiklerini sitesinde yansıtmayı bırakma gerekçesini kısaca ele almak istiyorum. (Ne de olsa bu polemikler de “bokun içinde yüzme”nin görünümleri olarak ilan ediliyor.) Anlayabildiğimiz kadarıyla polemikleri Tiyatrom sitesinin dışına sürme gerekçesi, Hilmi Bulunmaz’ın bir yazısında kullandığı argo ve hakaret içeren ifadelermiş. Öncelikle, bu gerekçenin tutarlı olmak açısından hiçbir inandırıcılığının olmadığını belirtmek gerekiyor. Bir yazara “Tamam bu tartışmaya sitede yer vereceğim, ama lütfen argo ya da hakaret içeren ifadelerden kaçınır mısınız?” diyebilmek için, “Tiyatro Bokun İçinde Yüzüyor!” şeklinde başlıklar atmaktan kaçınmak ve sitenin sahip olduğu iddia edilen üslup politikası adına talep edilen nezaketten pay almak bir tutarlılık gereğidir.
Bundan önemlisi, tabii ki meselenin özünü yitirmemektir: Resmi tiyatro düzeninin önce göklere çıkardığı, sonra da yerleşik işleyiş düzenine itaat etmediği için aforoz ettiği bir yazarın haklarını savunmak, her şeyden önce, ifade özgürlüğü önünde her türlü engelin kaldırılmasını talep eden anlayışın doğal bir gereğidir. Tartışmanın ekseni üsluba kaydırıldığında, bir oyun metni sahnelenirken yazarın dramaturjiye müdahale etme ve daha iyi anlaşabileceğini düşündüğü yönetmen ve oyuncularla çalışma talebinin reddedilmesinden ve sonrasında aforoz edlmesinden kaynaklanan bir hak arayışı da göz ardı edilmektedir. Coşkun Büktel’in ya da onu destekleyen Hilmi Bulunmaz’ın polemik üslupları bahane edilerek, bu mesele klozete atılmayı hak ediyor şeklinde mesajlar vermek, resmi tiyatro düzeninin işleyişi sırasında meydana gelen bir dizi skandal ve hak ihlalinin de görmezden gelinmesini teşvik etmektir.
Üzerinde uzun uzun yazılabilecek ve yıllardır tiyatronun gündeminden düşmeyen bu konuyu bırakıp “Esatoğlu tacizci mi?” tartışmasına dönecek olursam: Tiyatrom’un bu tartışmadaki tavrının dezenformasyon olmadığını, tarafların görüşlerine yer verme konusunda gösterdiği hassasiyete değer verdiğimizi daha önce de belirttik. “Acaba olguların üzerine gider mi?” umudunu korumayı da ihmal etmedik; çünkü, tacize uğrayanların ya da tacize doğrudan tanıklık edenlerin 2000 tarihli yazılı ifadelerine, aradan yıllar geçmesine rağmen, 2000’de yaşanan bir dizi taciz olayını doğrulayabilecek insanlara ulaşılabileceğini biliyorduk ve açık isim ve adresler de verdik. Başka bir deyişle, ortada basit olarak söylentiler ya da iddialar yoktu; kayda geçmiş ve istenirse hâlâ ulaşılabilecek yazılı ve sözlü tanıklıklar vardı. Tiyatrom ise, tacize uğrayanlara ya da doğrudan tacize tanıklık edebileceklere ulaşmaya çalışmak yerine, Esatoğlu’na yanıt hakkını kullanma çağrıları yapmakla yetindi. Fakat her nedense Esatoğlu bir türlü yanıt hakkını kullanmıyor ve bu nedenle de “iddiaların” ya da tiyatronun “boka” batmasının önüne geçme imkanı olamıyordu.
Bu arada, “Mehmet Esatoğlu” imzalı ve Gölge Tiyatro’nun dezenformasyona dayalı haberciliği ile paralel, ama taciz suçlamalarına da kısaca değinen bir yazının internet ortamında dolaştığı bilgisini verelim. Türkçe karakter düzeltisi yapma zahmetine girmeden alıntı yapacak olursak: “1998 yilinda birlikte calistigim yalnizca kadinlardan olusan bir toplulukla aramizda bazi anlasmazliklar cikti ve calisamaz olduk. Bu olaylardan bir sure sonra arkadaslar benim kendilerini taciz ettigim iddiasini ortaya attilar. Ben kendilerine birlikte oyun uretirken boyle bir seyin olmasinin mumkun olmadigini, provalarimizi herkese acik yaptigimizi, herseyi sonuna dek tartistigimizi soyledim. Yine de bilmeden istemeden benden incinmis, rahatsiz olanlardan da ozur diledim. İnsanlari taciz etmenin asagilik bir tutum oldugunu belirttim. Bu tartismalarin ardindan bu arkadaslari kiskirtanlar bir anda ortaya cikarak bu durumu 2000 yilinda bir kampanyaya donusturduler. 2007'ye kadar bu kampanya araliklarla surdu. Barisarock'un son gununde de ellerinde biralarla sarhos bir guruh bizim tiyatro alanimiza gelerek beni protesto ettiler.”
BarışaRock sırasında, aradan yıllar geçtikten sonra meydana gelen bir başka bir taciz vakasında mağdur edilmiş genç bir kadınla yakınının alanda bulunduğu, organizasyonu daha önce uyardıkları, ama ancak protestolar geliştiğinde kaale alındıkları biliniyor. Mehmet Esatoğlu imzalı yazının yorumuyla “ellerinde biralarla sarhoş bir güruh” teşkil eden feministlerin ve eşcinsellerin “bir anda ortaya çıkarak bu durumu … bir kampanyaya” dönüştürdüklerini öğrendiğimizde, alanda tacize uğrayan kadınla yakınının bulunması olgusuna özellikle dikkat çektik. Bu sırada Tiyatrom, Esatoğlu ile röportaj yapmaya çalışıyor ve konuyla ne alakası varsa, asıl isminin Behruz mu ya da İran kökenli mi olduğu sorularını da soruyor, ama her nedense, taciz mağdurları ve tanıkları bir türlü ilgisini çekemiyordu. Öyle ki, zamanında tacize uğradığı iddia edilen kadınlar arasında, sonradan imana gelip Esatoğlu ile çalışanların bile olduğu duyumlarından hareketle, ismi, cismi, adresi belirsiz karşı-tanıklık imalatına prim bile veriyor ve teraziyi dengede tutmanın yolları aranıyordu.
Buradan Tiyatrom’a haber teknikleri ve etiği üzerine ders verecek değiliz. Fakat, 2006’da, Aram Yayıncılık’ta çalıştığım son yıl içinde, uzun ve zaman zaman belalı da geçen bir çalışma sürecinde yayına hazırladığımız Edward S. Herman ve Noam Chomsky’nin “Rızanın İmalatı: Kitle Medyasının Ekonomi Poltiği” adlı kitabından bir tane Tiyatrom’a hediye olarak yollamayı taahhüt ediyorum. “Bu jestin anlamı nedir?” sorusuna karşılık, bu kitabın arka kapak yazısının son paragrafını alıntılamak bir fikir verecektir diye düşünüyorum:
“Rızanın İmalatı, bilimsel bir çözümlemenin yanı sıra, önemli bir çağrıyı içerir: rızanın imalatını etkisiz kılmak isteyenler, kamusal alanda özgür, demokratik ve katılıma açık bir medya yaratma sorumluluğu ile karşı karşıyadır. Seçkin kesimlerin çıkarlarının genel toplumsal çıkarlar gibi sunulmasının önüne geçmek için, analiz ve eleştiriye kurucu faaliyetlerin eşlik etmesi gerekir.”
Tiyatrom alternatif bir medya ağının oluşturulmasında kurucu ve öncü bir rol mü üstlenmeye çalışıyor, yoksa ana akım medyanın tiyatroya ilgisizliğinden doğan ve aslında alternatif medya örgütlenmesi adına hayra da yorulabilecek boşluğu yine ana akım medyanın manipülasyon teknikleri ile mi doldurmaya çalışıyor?
Temiz tiyatro talep etmek için, tiyatroya kök salmış çirkinliklere ışık tutmak ve inatla bu çirkinliklerle mücadele etmek gerekir. İşi tatlıya bağlamaya çalışarak, olmadı meseleyi bağımsız Türk mahkemelerine havale ederek çirkinliklerden arınmanın imkanı yok. Oldukça sistemik ve yaygın, kendisini alternatif tiyatro arayışlarına da dayatan eğilimlerle mücadele etmeye çalışıyoruz. Esatoğlu vakası, eğitimde, özelde tiyatro eğitiminde bir dizi cinsel taciz olayına işaret eder ve buzdağının görünen kısmının küçük bir parçasıdır. Bu vakanın bile üzerine gidemeyenlerin temiz tiyatro talepleri havada kalmaya mahkumdur ve aldatıcı bir retorik olmanın ötesine geçemez.
tıkla: iatp-g