13 Eylül 2007 Perşembe

Barışarock'ta neler oldu?... 8


TACİZLERİN MAĞDURLARI VE TANIKLARI KONUŞMAYA DEVAM EDİYOR!

Tiyatro Eğitiminde Cinsel Taciz Üzerine Bir Görüşme

Düzenleyen: Esra Aşan / 15 Eylül 2007 2007


BarışaRock’taki feminist protestolarla yeniden gündeme gelen Mehmet Esatoğlu ve tiyatro eğitiminde cinsel taciz meselesi festival sonrasında da tartışılmaya devam ediyor. Protestoları tetikleyen ise birkaç yıl önce çalıştırıcısı Mehmet Esatoğlu’nun tacizine uğramış olan genç bir kadının alanda tacizcisiyle karşılaşması ve feminist aktivist olan annesinin duruma müdahil olmasıydı. Protestocular, söylem olarak cinsiyetçilik karşıtı olduğunu ifade eden böyle bir festival alanında bir tacizcinin olmaması gerektiğini düşünmüş ve bu feminist duyarlılıkla hareket etmişlerdi.

Tiyatro eğitiminde cinsel tacize açık ortamlar kuran Mehmet Esatoğlu’nun çalıştırıcılık yöntemi, ilk kez 2000 yılında Amatör Tiyatrolar Çevresi içinde Özgür Sahne’den kadınlar tarafından tartışmaya açılmıştı. Konunun İstanbul’daki kadın hareketi bileşenlerine taşınmasıyla tartışmaların feminist öncüllerle şekillenmesine katkı sunulmaya çalışılmıştı.

2005 yılında Toplumsal Araştırmalar Vakfı’nın çatısı altında, tiyatro eğitimi esnasında Mehmet Esatoğlu’nun faili olduğu bir taciz daha gerçekleşti. Bu durum, kurum içinde deşifre edilince Esatoğlu’nun vakıfla ilişkisi kesildi. Bu olay, daha önce de sol ve feminist belli kurumlar tarafından bilinmekle beraber, ilk kez tüm açıklığıyla Barışarock esnasında kamusallaştı.

Tiyatro eğitiminde cinsel tacize açık ortamlar kuran Mehmet Esatoğlu konuya ilişkin hala bir özeleştiri vermemiştir. Bu tartışmaları şahsına ilişkin bir komplo girişimi olarak nitelendirerek çalışma tarzından rahatsızlık duyan kadınların beyanlarını yok saymaya devam etmektedir.Yaşanan bir taciz vakasında en önemli aşama tacizin açıklanmasıdır. Yaşananların paylaşılması gerçekleşmeden, sorunun çözümüne dönük adım atmak da imkansız hale gelir.Bu sebeple tiyatro alanına çeşitli düzeylerde katkı sunan bir grup feminist kadın olarak, aldığı tiyatro eğitimi esnasında cinsel tacize maruz kalan genç kadınla görüştük. Bu görüşme notlarında, konunun hassasiyeti ve çeşitli çevrelerde seviyesiz ve cinsiyetçi yaklaşımlarla meselenin bir dedikodu malzemesi olarak ele alınabileceği kaygısıyla öncelikle mağdurun söz hakkını gözeterek ve politik bir tercihle isim verilmeyecektir.

Mehmet Esatoğlu ile ne zaman ve nasıl tanıştın?

2005 yılının son aylarıydı, Mehmet Esatoğlu Toplumsal Araştırmalar Vakfı’nda (TAV) çocuklara tiyatro-drama eğitimi veriyordu. Ben de o sene tiyatrocu olmaya, konservatuar sınavlarına girmeye karar verdim. Ben daha önce de TAV’da dört yıl kadar tiyatro dersleri almıştım. O yüzden de yine ilk önce TAV’da araştırma yaptım. Bize Mehmet Esatoğlu’nun çalıştırdığı bazı öğrencilerin Müjdat Gezen’in sınavlarını burslu olarak kazandığı söylenince, onunla görüşmeye karar verdik. Annemle beraber konuştuk. Adam o konuşmada bizi ikna etti. Bir sürü şey anlattı, Küba’dan bahsetti, annemin komünist damarı kabardı. İşte bu şekilde TAV’da, kendisinden tiyatro dersi almaya başladım. Sonrasında da taciz geldi zaten. Ve bitti.

O sırada kaç yaşındaydın?

17 yaşındaydım, lise sona gidiyordum.

Peki bu çalışmaya yalnızca sen mi katılıyordun?

Evet tek başımaydım. Bir keresinde vakıfta çalışma yapan küçük bir çocuk yanımızdaydı o kadar, o zaman da çalışma yapmıyorduk, konuşuyorduk. Zaten iki ya da belki üç ders yapmıştık en fazla. Sonra sıkıntımı anneme açtım. Daha sonra da babama anlatmıştım. Babama anlatmak, anneme anlatmaktan daha zor oldu tabii. Annemin feminist bir kadın olması önemli. Annem kızar, ona söylemek daha rahat. Ama babam üzülür diye düşündüm. Benim için de çok zor oldu. Olaydan çok sonra, bu sene Masal-Gerçek tiyatrosunda tiyatro yapıyordum meğer aynı mekanda onlar da prova yapıyormuş, çalışıyormuş. Duyduğumda ağladım. Adamın ismini duyduğumda provaya devam edemedim.

Bize biraz da Esatoğlu ile yaptığın çalışmalardan bahseder misin?

Annemle ilk konuşmaya gittiğimde bana Stanislavski’nin Bir Aktör Hazırlanıyor kitabını okumamı söylemişti. Okudum ben de. “Bununla ilgili soruların varsa gel konuşalım” dedi. Ben de kitapta bazı başlıklar belirledim. Bu başlıklar üzerinden konuşmaya başladık; sonra da uygulamalı konuşmaya başladık. Ben bazı sorular sordum ona. O da bana anlattı, zaten en başta anlatış tarzı hoşuma gitmedi.

Bu konuşmalarda seni rahatsız eden somut olarak ne oldu?

Kitap üzerinden bir iki soru sormuştum, neden sonuç ilişkileri üzerinden bir şeyler. O da bana dedi ki: “Mesela” dedi “senin çocuk sahibi olabilmen için neden sonuç ilişkisine göre bazı nedenlerin olması gerekir” dedi. “Bazı şeyler olması gerekiyor. Atıyorum senin evde yalnız kalman gerekiyor. Annen baban şehir dışına gitti; ya da sen onları evden yolladın. Sonra ben senin evine geldim sonra biz içtik. Bir şeyler oldu; yakınlaştık. Sen bu şekilde ancak hamile kalabilirsin mesela” dedi. “Sonra, çocuğu ne yapacağız diye düşünebiliriz.” falan gibisinden şeyler söyledi.

Stanislavski okuması ve sonrasında senin soruların bu örnekle mi yanıtlandı? Yani çalışmanın masabaşı kısmı bu şekilde miydi?

Evet aynen öyle. İşte bu masa başı konuşması.

Peki başka ne tür “teatral” çalışmalar yaptırdı?

Bir de derslerde şunları yaptık: Bir iki tane alt metinle -yine Stanislavski’den yola çıkarak- neden sonuç ilişkileriyle ilgili çalışmalar yaptık, doğaçlama benzeri şeyler. Bir kaç tane de doğaçlama yaptık. Doğaçlamalarımdan birinde ‘kocamı bekleyen hamile kadın’dım. Yani ben sürekli hamile kalıyordum. Ya konuşmalarda ya da doğaçlamalarda hamile oluyordum. Mesela diyordu ki: “Hamile kaldın, kocan çocuk istemiyor. Ne yaparsın?”

Seni sıkmıyorsak eğer, bize bu adamın seni taciz ettiğine karar vermene sebep olan diğer doğaçlamalardan da biraz söz eder misin?

Başta yapılanlar çok basit ve normaldi zaten. Mesela biriyle tanışırken ne çok yırtık, ne de çok tutucu görünmemek gibi, yani tanışma ile ilgili bir şeyler yapmıştık. Bir başka doğaçlamada şöyle olmuştu ama: “sevgilinle yıldönümündesin dans ediyorsunuz ve sevgilinle ilgili bir şeyler yapıyorsun” dedi. Beni dansa kaldırdı, ışığı kapattı, müziği açtı. Sonra biz bununla dans ediyorduk. Şöyle başladı.

- Hayatım çok güzel burası değil mi?

- Evet güzel.

O bir şeyler söylüyor ve ona cevap vermemi istiyor. Ben de veriyorum. Ama artık içimden gelmeyerek söylemeye başladım.

- Hayatım seni çok seviyorum, sen de beni seviyor musun?

Hani insan hisseder ya kötü bir şeyler olduğunu, işte bunu hissettiğim için cevap vermek istemedim. O da “seviyor musun? sevmiyor musun?” dedi. Ben de “Ben de seni seviyorum” demek zorunda kaldım. Ondan çok rahatsız oldum. Sonra ışığı yaktı.Bir defasında da şu oldu: Bir şey anlatacaktı, konu nereden geldi bilmiyorum. “İki tane öpüşme vardır amacı da farklıdır” dedi. “Ben seni yanağından öpsem” dedi ve yanağımdan öptü, “bu bambaşka bir şeydir” dedi. “Ben seni dudağından öpsem, bu da bambaşka bir şeydir” dedi ve tam dudağımdan öpeceği sırada ben geri çekildim. İşte böyle şeyler oldu.

Tacizin senin için görünür hale gelmesi de bu çalışmada oldu herhalde.

Bu ikinci ya da üçüncü çalışmamızdı. İlk çalışmada kendimle ilgili çalıştık. Genelde sohbet ettik, neden-sonuç üzerine. Şüphelendiğim hiç bir şey olmadı. Sadece konuşmuştuk ilkinde. “Kambur durma, dik dur, güzelsin, farkına var, aynada çıplak kendini izle” falan dedi. Bunlar güzel şeyler aslında. “Evde tek başınayken aynada kendini izle. Bedeninin farkında ol.” Bunlar tiyatro için gerekli şeyler ve söylemesi hoş. Ama sonra söyledikleri güzel değil tabii.

Sonra yapılan egzersizlerde iş çığrından çıkmış görünüyor. Durumu annene, bu iki çalışmadan sonra mı açıkladın?

“Ben iki hafta yokum görüşürüz” dedi; mailimi aldı. Ben çalışmadan ilk çıktığımda kötü bir şey olduğunu hissettim ama kondurmak istemedim. Nasıl desem? Tiyatro kisvesi altına da sığınabilirdi. Ben de yanılmış olabilirdim. Günahını da almak istemedim çünkü ben de yanılabilirim. Sonuç itibariyle kendimi çok kötü hissettim oradan çıktığımda. En azından gençlere eğitim veren bir insanın daha dikkatli olması gerekirdi. Arkadaşımla konuştum. “Böyle böyle oldu” diye anlattım. “Sence nasıl bir şeydir bu ya?” dedim. “Bu gerçekten tiyatro mu ben mi abartıyorum?” Çok şaşırdım, şaşkına döndüm zaten. Kendimden şüphe ettim artık. Arkadaşım da “Bunda ters bir şeyler var. Böyle olmaması gerekir. Sen bunu annenle konuş” dedi. Sonra annemle konuştum. Annem “bunlar kötü şeyler” dedi. “Bu bir taciz, böyle düşünmekte haklısın.” dedi. “Haklı olmasan bile, onun sana böyle hissettirmemesi gerekiyordu” dedi. “Daha dikkatli davranması gerekiyordu” dedi. Ondan sonra vakıftaki yetkililerle konuştuk zaten. Orada beni küçüklüğümden beri tanırlar, ben orada dört sene tiyatro eğitimi aldım. Biliyorlardı öğrenci olarak nasıl olduğumu.

Daha öncede TAV’da tiyatro eğitimi almıştın, hem de dört yıl gibi uzun bir süre, ama benzer bir sorunla karşılaşmamıştın herhalde.

Hiç böyle bir şey yaşamadım. Zaten bayan hocalarım vardı. Kısa bir dönem bir tane erkek hocadan da ders aldım. Ama kesinlikle böyle şeyler yaşamadım. Bizim yaptıklarımız tiyatroya hizmet eden şeylerdi. Bir de Mehmet Esatoğlu ile derslerimizde bir örnek verildiğinde genelde şu vardı: Yaşlı erkekle genç kızın aşkı. Neden biz seninle amca-yeğen olamıyoruz, baba-kız, abi-kardeş olamıyoruz? Neden biz seninle sürekli aşk yaşıyoruz? Sürekli bir aşk ortamındayız biz onunla. Bana şöyle diyordu mesela, ödev olarak: “Şu gözleri beğenmiyorsun –kendi gözlerini gösteriyordu- ama tiyatroda rolün gereği sevmek zorundasın. Zamanla bu gözleri sevmek zorundasın. Şurasını beğenmiyorsan –yüzünde herhangi bir yeri gösteriyordu- zamanla ona alışacaksın, ona aşık olacaksın. Bu şekildeydi, sonuçta biz onunla hep bir aşk yaşama ortamındaydık yani.

Annenden sonra da babana anlattın meseleyi, peki daha sonra neler oldu?

Evet. Netleştim ve babama anlattım. Zaten babam konuştu yanlış hatırlamıyorsam, babamın konuşmuş olması lazım vakfın yetkilileriyle. Direkt zaten çıkartıldı işten. Demiş ki: “Burada bir yanlış anlaşılma var, ben onun babasıyla konuşmak istiyorum”. Babam kesin tavrını koydu. “Ben kızıma inanıyorum. Kızımın bu şekilde üzülmesini istemiyorum. Benim o adamla konuşacak hiçbir şeyim yok” dedi. Bu şekilde cevap verdi onlara da.

TAV’daki yetkililer de senin tacizle ilgili beyanını esas aldılar.

Evet benim beyanımı göze alarak işine son verdiler. Çok affedersiniz. İstifaya zorlandı. “Kendi rızanla istifa et” dediler. Yanlış hatırlamıyorsam, bana söylenen buydu. Yanlış hatırlıyor da olabilirim, annem bu konuda çok daha bilgili. Ben o dönem birçok şeyi bilmek istemiyordum, dinlemiyordum. Açıkçası adamın adını bile duymak istemiyordum. Anlatılan şeyleri de yarım kulak dinliyordum.

Taciz sözkonusu olduğunda, kadınlar açısından en zor süreç meselenin açıklanmasından sonraki süreç oluyor genel olarak. Daha sonrası ve Barışarock’da yaşadıkların hakkında da bir şeyler anlatmak ister misin?

Çok sıkıntılarım oldu. Konservatuara hazırlanıyordum, dediğim gibi. Ben bir dönem tiyatrodan çok soğudum, hem de bir senem kalmıştı ve hazırlanmam gerekiyordu. Sonra başka bir hoca ile çalışmaya başladım. Bu meselenin bana şöyle bir zararı oldu. Kendime olan güvenimi yok etti. Ben hocamla tirad çalışmam gerekirken, bir iki ay boyunca ‘tiyatro sahnesinde güven’ çalıştım. Kendime güvenim yeniden gelsin diye. Rolde coşkuları çıkartamaz oldum. Kendime ket vuruyordum. Duyguları ortaya çıkarmakta, kendimi engelliyordum. Bu şekilde rahatsızlıklarım oldu ve ondan kaçtım, adamdan sürekli kaçtım. Taa ki Barışarock’a kadar.

Bu ilk karşılaşma mıydı?

Daha önce bir kere daha karşılaşmıştık. Bilgi Üniversitesi’nde. Annemle babamın konferansı vardı. Ben de onlara destek olmak için o gün gitmiş, arkadaşımı da sınava götürmüştüm. Hiç beklemediğim bir anda o gün karşıma çıktı ve yüzsüz yüzsüz bana baktı. O kadar kötü hissettim ki kendimi. Yine kendimden şüphe ettim. En nefret ettiğim şeydi bu. Beni kendimden şüphe ettirmesinden nefret ediyorum. Çok kötü oldum. Ondan sonra da BarışaRock’da karşılaştık.

Orada göreceğini biliyor muydun peki?

Annem bana “görebilirsin” demişti. “Çalıştırdığı bir grup varmış, o da mutlaka oradadır, hazırlıklı ol” dedi. Ben bunu unutmuştum. Arkadaşımın çadırına doğru gidiyordum. Amatör Tiyatrolar ekibinin önünden geçerken onu gördüm. Ve çok kötü oldum. İki senedir görmedim adamı, elim ayağım boşaldı birden. Arkadaşlarımdan uzaklaştım. Kayboldum. Biraz sakinleşmek için yalnız kalmaya ihtiyacım vardı. Benim suçum değildi bu yaşananlar biliyordum ama bir şekilde beni etkiliyor sonuçta. Bir kere daha karşılaştık, o beni görmüyor hep ben onu görüyorum ama. Ondan sonra eylem yapıldığını duydum Barışarock’da Annem haber verdi gidemedim ilk eyleme. Orada savunma yapan insanların “sarhoş” olarak adlandırıldığı ilk eyleme gidemedim. Ondan sonra “nereye kadar kaçacağım” dedim. Ben de gittim. Ben de orada bir şeyler yapmak istedim. Bazı insanların inanmadığını görünce çok kötü oldum. Orada da sinirlerim boşaldı, ama sonunda sakinleştim. Ben de orada sesimi çıkardım. Bir şeyler yaptım En azından orada bulundum. Bu bana çok iyi geldi. Bir şeyler yapabilmek ona karşı. O gece de bayağı konuştuk zaten. Bu bana çok iyi geldi. Kendimi artık çok daha güçlü hissediyorum.

Barışarock’da eylemi yapanlar arasında yer alman ve şu an kendini çok daha iyi hissediyor olman çok sevindirici.

Evet bir sürü insan, duyan duymayan herkes geldi. Bir de şunu belirtmek istiyorum özellikle. Oraya gelen bazı insanlar “Barışarock tiyatroyu engellemeye çalışıyor” dedi. Belki o şekilde fişin çekilmesi yanlış bir davranış olabilir orada. Ama “tiyatro engellenmeye çalışıldı” denmesi beni çok üzdü. Orada birçok tiyatrosever insan var. Ben de bunlardan biriyim. Tiyatroyu engellemeye çalışmıyoruz. Bunun altını çizmek istiyorum özellikle. Sadece öyle bir insanın öyle bir ortamda, tacize, tecavüze, savaşa, her türlü şiddete karşı olunan bir ortamda bulunmasını istemiyoruz. Bizim amacımız buydu. Yanlış davranılmış da olabilir, fiş çekilmiş olabilir. Ama bunun sonuçları da farklı empoze edildi orada. İnsanlara “tiyatro engellenmeye çalışılıyor” diyerek etten bir duvar ördü adam kendine orada. Haklıyken haksız duruma düştük, düşürüldük

tıkla


İATP-G SİTESİ EĞİTİMDE CİNSEL TACİZ TARTIŞMASINDA TARAFTIR!


İATP-G Yayın İnisiyatifi



İATP-G sitesini dezenformasyona batmış ve “Tacizcinin Sesi” olma misyonunu üstlenmiş Gölge Tiyatro haber-yorum sitesinin karşı kutupu olarak değerlendirme girişimleri var.

Öncelikle vurgulanması gereken İATP-G sitesinin bir haber-yorum sitesi olmadığı, yalnızca platform gündemini duyurmakla yükümlü olduğudur. Dolayısıyla, haber-yorum yayıncılığı alanında kaynak işlevi görmenin ötesine geçmez.

İATP-G sitesi eğitimde cinsel taciz tartışmasında bir taraftır, çünkü taraf olmamak İATP-G’nin varlık nedeniyle çelişkiye düşmektir. İATP, Amatör Tiyatrolar Çevresi’nin eğitimde cinsel taciz vakasıyla kirletilmesine tavır alan ve taraf olan topluluklar tarafından kurulmuştur. İATP-G de İATP’nin misyonunu muhafaza etmek ve canlandırmak üzere kurulan bir girişim yapısıdır. Bu nedenle, “Esatoğlu tacizci mi?” sorusunu net bir şekilde yanıtlama yükümlülüğü vardır. Aradan yedi yıl geçtikten sonra da İATP-G’nin varlığını sürdürmesi ve balık hafızalı olmadığını göstermesi, Esatoğlu’nun ve onun seri tacizciliğini ört bas eden çevre ve kurumların bir bahtsızlığıdır.

Taraf olma konusunda sıkıntı çekenlere söylenebilecek olan bellidir: Olgu ve tanıklıklara dayalı belgeleri mi esas alacaksınız, yoksa bilinçli ya da bilinçsiz muhakeme kabiliyetini askıya alan tavrınızda ısrar mı edeceksiniz?

tıkla


Tacizlerin Tanığıyım

Fadime Yılmaz / Zeytinburnu Halk Sahnesi (13.09.2007)


Ben de mağdur oldum, ben de tiyatrocuyum, ben de eğitmenim, ben de feminstim, ben de kadınım, BEN DE TANIĞIM.

- Neye mi? Mehmet Esatoğlu’nun sayısız ve sınırsız cinsel tacizine.

- Nerde mi oldu? Tiyatroda. İnsancıl Atölyesinde, sokakta...

- Kimler mi vardı? Yaşları 20 ile 30 arasında olan bir yığın tiyatrocu kadın, felsefeci,tiyatrocu, erkek.

- Kimlere mi tacizde bulundu? Bütün kadın oyunculara, hepimize.

- Nasıl mı yaptı? Tiyatro çalışmalarında söyleyerek, dokunarak, öperek, sarılarak ve bütün bunların bir yöntem olduğunu söyleyerek.

- Kimler mi ortaya çıkardı? Mağdur kadınlar

- SONUÇ? Tiyatroyu bırakan onlarca kadın, dağılan tiyatro grupları..

Evet arkadaşlar “Şapka düştü kel göründü” yıllardır söylüyoruz yazıyoruz, ama kimseler duymadı sesimizi yada duymak istemedi. Bir iki tiyatro sitesi dışına çıkmadı - çıkamadı. Tacizlerin, mağduriyetlerin ardı arkası kesilmedi. Bu sefer üç beş sağlam feminist olan biteni kalabalığa anlatmaya, seslerini duyurmaya çalıştı.

Günlerdir tiyatro sitelerinde çeşitli yazılar okuyorum. İnsanlar enini, boyunu, önünü ve sonunu bilmedikleri meselelere tanıklık yazıları yazıyorlar. Ve ben bu yazıları okudukça gülüyorum. Bu tecrübesiz ve “tertemiz” gençlere hem gülüyor, hem acıyorum. Hepsi bulanık camdan bakar gibi bakıyorlar dünyaya ve yaşanan olaylara. Feministler ve mağdurlar dışında hiç kimse hiçbir şey anlamıyor. Bizim olsun kirli olsun felsefesi almış başını gidiyor.

Tiyatroda, sanatta, işte, evde, sokakta, erkek egemen “sol kültür”de bu taciz mevzusunu anlamakta insanlar zorlanıyor. Çünkü anlamak başkalarına anlatma sorumluluğunu yüklüyor. Anladığında kirlendiğini farketme korkusu sarıyor. Madalyonun görünen yüzüyle ilgilenmek çok daha kolay geliyor. Mağdurla empati kurmak başına iş almak gibi bir şey oluyor. Bunun için İstanbul’da yaşayan eğitmenlik-yönetmenlik yapan “insanı” İzmir’den, Aydın’dan gelen insanlar savunuyor. Ne için? “Sol kültür”, “devrimci kültür”, “alternatif kültür” adına. Peki neye tanık bu arkadaşlar? Sonuca. E biz de çıkar tacize ve mağduriyete tanık olduğumuzu söylersek, ve her türlü platformda söyleyeceğiz dersek? Gözümüzün önünde, yanımızda bu kişinin, eğitmenin-yönetmenin, kendisini eğitmenine koşulsuz teslim eden öğrencilerini taciz ettiğini ve bu insanların tiyatrodan uzaklaştığını söylersek n’olur?

Olgularla konuşmak gerekirse konuşalım. 1999 yılında benim de üyesi olduğum Özgür Sahne, Tiyatro Simurg ve İstanbul Sahnesi Beyoğlu’unda bir atölye tutmuştuk. Atölyenin adını da İnsancıl Atölyesi koymuştuk Bizler Özgür Sahneli kadınlar 10 kişinin üzerindeydik. Bu atölyenin her şeyinde yer aldık. Aidatından, kirasından temizliğine kadar. Nede olsa bizim atölyemizdi ve her şeyine ortaktık. Taaki tacize uğrayıp dağılana kadar.

Bir süre geçtikten sonra grubumuzun eğitmenliğini ve yönetmenliğini üstlenen (Hangi aşamada yönetmenimiz olduğunu anlayamadığım) Esatoğlu hepimizi taciz etmeye başladı. Taciz ettiği yetmiyormuş gibi bizim gruptan üç kişiyle, Tiyatro Smurg’tan iki kişiyle, İstanbul Sahnesi’nden bilmem kaç kişiyle aynı anda ilişki yaşadığı ortaya çıktı. Ya onaylayacak ya kaçacaktık. Üçüncü bir yol olduğunu düşündük. Bir yazı yazdık [*] ve bu yazıyı o zaman grubumuzun da üyesi olduğu ATÇ (Amatör Tiyatrolar Çevresi) toplantısında grupların görüşüne sunarak mağduriyetimizi dile getirdik. Söz konusu yazıyı biz yazdık. Ben ve dört arkadaşım. Amacımız.tiyatroda tacizi tartışmaya açmak, Esatoğlu ve onun gibilerinin eğitim pratiklerini sorgulamaları, sol içinde cereyan eden bu olaylardan daha fazla kadınlar-tiyatrocular mağdur olmasın idi. Ama durum beklediğimiz gibi olmadı. Tiyatro Simurg, Bakırköy Oyuncuları, İstanbul Sahnesi ve İnsancıl Dergisi (Bunlar Esatoğlu’nun yönetmenlik yaptığı gruplar, dergi ise Esatoğlu’nun sanat yönetmenliği yaptığı dergi idi) etten bir duvar örerek tartışmayız, tartıştırmayız dediler. Bunların dışındaki ATÇ üyesi diğer gruplar, bunun eğitmen etiğine aykırı olduğunu, bu konuların tartışılması gerektiğini, tacizcilerle birlikte yürüyemeyeceklerini belirttiler. Velhasıl sonuçta bu etik ve ciddi bir sorundur diyenler ayrıldı ve ATÇ dağıldı. Ayrılan grupların çoğunluğu ayrı bir platform kurdular.

Güya olgular ve belgelerle konuşan “BARIŞAROCK” katılımcısı tiyatrocular. Sizler de yukarıda bahsettiğim grup üyeleri gibi bir tacizciyi savunduğunuzun farkındasınız sanırım. Belge istiyorsanız, buyrun o dönemde yazılan yazıları tek tek yayınlayın sitelerinizde. Sizin için mağdurların beyanları hiç mi önemli değil? Esatoğlu (namı diğer Behruz) deyim yerindeyse cinsel organı elinde dolaşan bir tacizcidir. Bu adam sapıklık derecesinde bir istismarcıdır, hastadır. Bize göre derhal tedavi olması ve tiyatro eğitmenliğini bırakması gerekmektedir. Yoksa mağdurların sayısı artmaya devam edecektir. Yalnızca bizleri değil kaç tane ortaöğrenim öğrencisini taciz ettiği, kaç okuldan atıldığını bilmeyen yoktur. Varsa da İstanbul dışında yaşayan ve festivalden festivale “ilk kez misafir olarak“ katılan insanlardır.

Bizim için sorun yalnızca Esatoğlu sorunu değildir. Bizler biliyoruz ki, partilerde, sendikalarda, derneklerde bu gibi vakalar yaşanmaktadır. Fakat bu meseleler kurumlar içerisinde örtülerek mağdurlar bir kez daha mağdur edilmektedir. Ben şahsım adına susmayı düşünmüyorum. Söylediklerim ne “Komplo”dur ne de “Yalan”. Talep edilen bütün platformlarda çıkıp konuşacağımı buradan herkese bildiririm.

[*] “Alternatif Kültür Mü Yozlaşma Kültürü mü?”

tıkla


Daha önce, Gölge Tiyatro'nun yayımladığı;

"ARTIK BELGELERLE KONUŞMA ZAMANIMIZ GELDİ!"

başlıklı yazıyı "Barışarock'ta neler oldu?..." dosyasında, 7 Eylül 2007 / Cuma günü yayımlamıştık... (tıkla)

Aşağıdaki link'lere de sahip olan yazıda, dikkat çeken birşey vardı: Tüm linkler çalışmasına karşın;

"Mehmet ESATOĞLU ile Söyleşi / Gölge Tiyatro"

başlıklı yazının link'i çalışmıyordu...

Aradan günler geçmesine karşın, hala çalışmıyor!...

Şimdilik, sorup geçiyoruz:

Neden?!.


TİYATROLARDAN ORTAK BİLDİRİ: Barışarock Festivali'nde Yaşananlara Dair

BEDREDDİN IŞIĞIYLA YOLCULUK! / Hamit DEMİR

Fotoğraflarla Barışarock'ta Yaşananlar

Mehmet ESATOĞLU ile Söyleşi / Gölge Tiyatro

Barışarock'ta Yapılan Yanlışlar! / Mehmet BAKIR

Neye Karşı Festival? / Deniz GÜNDOĞMUŞ

BARIŞA(MAYA)ROCK! / Orçun MASATÇI

Yine aynı nakarat! / Cansu FIRINCI

Dünyanın Sonunu sanat belirlermiş! / Mehmet Selin SAĞDIÇ

Tanıklık yazısı! / Özcan DALMIŞ

BARIŞMAK İÇİN BAHANEN VAR MI? / Erkan ÖKTEN

BİLİNMESİ GEREKENLER / Esra ŞAHİN

İŞ BİRLİKÇİLERİN, İŞ BİRLİĞİ! / Şafak TOK

Tanıklık yazısı! / Nazım SARIKAYA

İlk Tiyatro Deneyimim! / Aslı ARZIK

İlk kez böyle bir şey yaşadım! / Selin GÜNDÜZ

tıkla



Mehmet Esatoğlu ile Söyleşi...

Gölge Tiyatro


Soru: Kendinizi tanıtır mısınız?

M.Esatoğlu: Ben bir amatör tiyatrocuyum. 1969 yılında lisede tiyatroya başladım. Fatih Halkevi’nde sürdürdüm. 38 yıl değişik amatör tiyatrolarla çalıştım. 15 oyun yazdım. 28 oyun sahneledim. Başta Küba olmak üzere dünyanın 7 ülkesinde sahneye çıktım oynadım, oyunlarımı sahneledim. 4 yıl radyo tiyatrosu yaptım. 100 oyun seslendirdim. Çocuklarla, gençlerle drama çalışmaları yaptım. Evrensel Kültür ve İnsancıl Dergileri’nde yazılar yazdım. Yazdığım denemeler “Düşten Gerçeğe Perdeci” adlı kitapta toplandı.

Soru: Yazılarınızda ve konuşmalarınızda genellikle amatör tiyatro yaptığınızı ifade ediyorsunuz. Sizce nedir amatör tiyatronun anlamı ve profesyonellikten farkı?

M.Esatoğlu: Sanat amatörce yapılması gereken bir etkinliktir. Profesyonellik yani sanatın para karşılığı yapılması sanatın özüne aykırıdır. Gördüğünüz bir güzelliği ya da doğruyu topluma anlatmanın, onu insanlarla paylaşmanın parasal bir karşılığı olamayacağını düşünüyorum. Bu yüzden zaman zaman profesyonel alanda çalışsam da sanat üretirken bunu hep amatörce yaptım. Amatör tiyatroyu bir yaşam biçimi haline getirdim. Amatör Tiyatroların tarihi çok eskidir. İnsanın ilk oyun oynayışından bu yana vardırlar. Her şeyin alınır-satılır olduğu dünyada ise amatör tiyatro yapmak sanat alanında farklı bir duruş demektir. Bu duruş kendi içinde sanatın metalaşmasına karşı bir tavır anlamına gelir. Ben de amatör alanı böyle bir bakışla seçtim ve ürettim.

Soru: Ülkemizdeki amatör tiyatroların örgütlenme çabalarından söz eder misiniz?

M.Esatoğlu: Amatör tiyatroların ilk örgütlenme çabaları 60’lı yıllarda başlıyor. Değişik şenliklerde, festivallerde bir araya gelen topluluklar örgütlenmek için tartışmalar yapıyorlar. Ancak henüz kendi iç örgütlenmelerini var edemedikleri için bunu başaramıyorlar. 70’li yıllarda kurulan iki ayrı dernekleşme çabası da yine aynı nedenlerden ötürü kalıcı olamıyor.

Soru: Amatör tiyatroların örgütlenme çabaları içinde Amatör Tiyatrolar Çevresi’nin yeri, durumu ve yaptıkları nedir?

M.Esatoğlu: 80’li yılların başında örgütlenme çabalarına girişen Amatör Tiyatrolar Çevresi (ATÇ) kendi iç örgütlülüğünü kotarmış toplulukların çabasıyla uzun yıllar amatör toplulukları bir arada tutmayı başardı. ATÇ yalnızca amatör topluluklar arası bir dayanışma örgütlenmesi olarak kalmadı, ülke tiyatrosu ve onun sorunları üzerine önemli tartışmalar yaptı. Çözüm önerileri getirdi. 12 Eylül karanlığında kurulan ve mücadele eden ilk örgütlenmelerden biri oldu. Sanatı kuşatmaya çalışan her türden gerici yaklaşımı teşhir ederek onlarla mücadele etti. Tiyatro alanına gerek ideolojik gerekse estetik kaynaklar sundu. Sahnenin devrimci atılımlar yapabilmesi için olanaklar ve ortamlar hazırladı.

Soru: ATÇ’nin iç yapılanması nasıl işliyor?

M.Esatoğlu: ATÇ İstanbul içindeki amatör tiyatroların bir örgütlenmesi. Yönetimi yok, başkanı yok. Masanın etrafında kimler varsa onların kararlarıyla yürümüş bir örgütlenme. Tabela örgütlerinin aksine onu savunacak ve yaşatacak bir taban yoksa var olmayacak bir örgütlenme.

Soru: ATÇ amatörlerin ülke çapında ve uluslararası örgütlenmesine nasıl bakıyor? Bu alanda çabalar harcamış Amatör Tiyatrolar Üretim Kooperatifi (ATÜK) ile nasıl ilişkiler kurdunuz?

M.Esatoğlu: Amatörlerin ülke çapında ve uluslararası düzeyde birlikteliği ATÇ’nin hep gündeminde olmuş bir konu. ATÇ 1980’li yılların ortasından itibaren bir yandan kendi iç örgütlenmesini genişletirken öte yandan da katıldığı her türlü şenlik ve etkinlikte bu örgütlenmenin oluşmasının koşullarını araştırdı. 80’li yılların ikinci yarısında gerçekleşen gerek İstanbul gerekse Ankara şenliklerinde bir araya gelen topluluklar yoğun bir biçimde birlik tartışmaları yapıp bazı adımlar atsalar da uzun vadede bunun yükünü taşıyamadılar. ATÇ bu koşullarda kendini ülke çapında bir birlikteliğin adresi ilan etmedi. Birliğin ülkenin dört bir yanında hareketlenmeye başlayan amatör toplulukların kendi çabalarının eseri olması gerektiğini söyledi. ATÇ’nin bir başka çabası da uluslararası alanda oldu. 1990 yılından itibaren Uluslararası Amatör Tiyatrolar Birliği (IATA) ile bağlar kurmaya çalıştı. 1991’den itibaren IATA’nın kongrelerine temsilci gönderen ATÇ, bu alandaki örgütlenme çabalarını ve tartışmaları ülkedeki amatör tiyatroların gündemine taşıdı. Amatörlerin ülke çapında birlikteliği ise 1997’de Denizli’de bir amatör tiyatrolar kurultayındaki tartışmalar ve bunun ardından Ankaralı ve İstanbullu amatör tiyatrocuların örgütleme çabalarıyla gerçekleşti. Amatör Tiyatrolar Üretim Kooperatifi (ATÜK) 2005 yılına kadar bu alanda önemli çabalar harcadı. Ancak birliği var eden toplulukların gücünü yitirişi ve geri çekilmesiyle etkinliğini sürdüremez oldu.

Soru: Uzun yıllar İstanbul Sahnesi ve Tiyatro Simurg’la oyunlar ürettiniz. Bu deneyimler hakkında neler söyleyeceksiniz?

M.Esatoğlu: İstanbul Sahnesi ve ardından Tiyatro Simurg benim son 20 yıl sürekli çalışma yaptığım topluluklardır. Tabii bu arada başka topluluklarla da çalıştım yurt içinde ve yurt dışında. İstanbul Sahnesi 1986’da kuruldu. Bu toplulukta benim 1970’li ve 80’li yıllarda birlikte tiyatro çalıştığım arkadaşlarım vardı. 1977’de birlikte tiyatro yapmıştık. İstanbul Sahnesi kurulurken 11 yıl geçmişti. Biz hala birlikteydik. 1986’da Mehmet Bayazıd Lisesi’nden yetişenler de aramıza eklenince ortaya çok iyi bir topluluk çıktı. Deneyimli, tiyatroyu deliler gibi seven bir ekip. 10 yıl boyunca ülkede ve Avrupa’da önemli çalışmalar sergilemiş bir topluluktur İstanbul Sahnesi. 80’lerde ele aldığı konular ve 1990 ortasında ulaştığı estetik düzey önemlidir. Yalnızca oyun üretmekle kalmamış sanat alanının örgütlenmesinde de önemli çabaları olmuştur.

Tiyatro Simurg ise 1997’de kuruldu. Zorlu koşullarla boğuştu. Topluluğu oluşturanlar kendilerini hızla geliştirip zorlu oyunlarla boğuştular. Süreç içinde üç oyuncunun yarattığı bir iç örgütlenme ile onlar da 10 yılı arkalarında bıraktılar. İstanbul Sahnesi’nin yarattığı dayanışmacı ve örgütleyici tavra sahip çıktılar. Ne yazık ki İstanbul Sahnesi’ne sunulan bir dolu olanağa onlar kendi çabalarıyla ulaşmak durumunda kaldılar. Her iki topluluk da kendine özgü birer örgütlenme biçimi yarattılar. Kendi metinlerini yaratma konusunda yeteneklerini geliştirdiler. Metinlerin yazarı her ne kadar ben görünsem de onlar bu metinlere çok yoğun metin ve oyunculuk malzemesi taşıdılar. Kendi içlerine kapanmak yerine çevrelerindeki topluluklarla ilişkiler kurdular. Onların üretimlerine destek verdiler. Geçmişte tiyatroya emek vermiş sanatçılarla yakın bağlar geliştirdiler. Onları yeni kuşakla buluşturmaya çalıştılar. Bunlar amatör tiyatro alanında önemli geleneklerdir.

Soru: Çeşitli eğitim kurumlarında ve kitle örgütlerinde eğitmenlik yaptınız. Bu çalışmalarda perspektifiniz neydi?

M.Esatoğlu: 70’li yıllardan bu yana eğitim kurumlarında, demokratik kitle örgütlerinde, halkevlerinde, sendikalarda, mahallelerde tiyatro çalışmaları yaptım. Hala da yapıyorum. 1980 öncesi gençlerin, olgunların sanatla tanışacağı, sanat üreteceği alanlar vardı. İstanbul’un bir dolu yanında var olan Halkevleri, bir yanda sanat insanlarının öte yanda izleyicilerin oluştuğu mekânlardı. Bu kurumlar her türlü sanatsal birikimi çevrelerindeki insanlarla paylaşırlardı. Yeni çıkan dergilerle, yeni yazarlarla, yeni oyun metinleri ve sahnelemelerle, yeni müziklerle, resimlerle, heykellerle hep bu mekânlarda buluşurdu izleyici. Ben de küçük bir çocukken Eminönü Halkevi’nde oyun seyrederek, Fatih Halkevi’nde oynayarak, sanat-politika dergileriyle, kitaplarıyla tanışarak bir sanat insanı oldum. 1980’de askeri darbe sonrası bu alanlar yok edildi. Ülke insanı adeta bir çölün ortasına düştü. Biz o dönem yani 1980 başında lise tiyatrolarını çalıştırarak yeni insanlar yetiştirmeye çalıştık. 90’ların ortasından itibaren giderek okulların yozlaştırılması, nitelikli eğitimcilerin özel okullara gidişi sonucu buralar da birer çöl haline getirildi. Birkaç geleneği olan eğitim kurumu dışında nitelikli çalışmaların ürediği alan kalmadı. Biz bu alanlarda 10 yıl boyunca 12 Eylül karanlığı içinde gençlik yığınlarını sanatla tanıştırdık. Kokuşmuş konservatuar eğitimi yerine sanatın her dalıyla ilgilenen; belli bir dünyaya bakışı, belli bir estetik kaygısı olan; sanata sahneye saygılı, üretken kuşaklar yetiştirdik. Bugün tiyatro sahnesinde, beyaz perdede ya da televizyonda bu gelenekten gelme oyuncuları hemen fark edebilirsiniz. Bizim geleneğimiz geçmişini 60’lı yılların o güzel duyarlığından alıyordu. Bizler Vasıf Öngörenlerin, Oktay Arayıcıların saçtığı ışıkta yetişmiştik. Yeni kuşakları da aynı duyarlıkla yetiştirmeye çalıştık.

Soru: 7 yıldır konu edilen, hakkınızdaki "tacizci" suçlamalarıyla ilgili süreci anlatır mısınız?

M.Esatoğlu: Bu konuda kamuoyu önünde tartışmıyorum. Benimle sorunu olan herkesle yüz yüze konuşmaya hazırım. Ben 38 yıldır hiçbir maddi karşılık beklemeden bu ülkenin çocuklarına, gençlerine, yetişkinlerine sanat konusunda bazı bilgilerimi ve gözlemlerimi aktardım. Bundan ötürü beni seven de var. Bana söven de var. Bu konuda açık ve net söylediğim bir tek cümle var. Ben her türlü tacizin karşısındayım. 38 yıl boyunca tiyatro konusunda bildiklerimi, gördüklerimi aktarmaya çalıştım. Doğrular, güzellikler yaptığım gibi bilmeden yanlışlar da yapmış olabilirim. Kimi incittiysem özür dilerim. Bundan başka da söyleyeceğim bir şey yoktur.

Soru: Tüm bu suçlamaların İATP-ATÇ arasında yaşananlarla ilgisi var mıdır?

M.Esatoğlu: ATÇ içinde 80’li yılların ortasından bu yana kadar farklı yaklaşımlar, farklı görüşlerden topluluklar yer aldılar. Sanata dünyaya farklı bakanlar ATÇ bünyesinde tartışıyorlardı. Aramızda bir koltuk kavgası yoktu. Çünkü ATÇ’nin yapılanması buna uygun değildi. Tartışmalarımızı mümkün olduğunca yan yana durarak yapmaya çalışıyorduk. Örgütlenmelerdeki köklü hastalık olan, her sorunda parçalara bölünme geleneğine karşı direniyorduk. 1996 yılında İstanbul’da gerçekleşen Habitat Zirvesi’nde ABD Başkanı Bill Clinton kitle örgütleri için yeni bir yol çizdi. Neydi bu yol? Kitle örgütleri yani dernekler, sendikalar, vakıflar, kooperatifler var olan sisteme muhalefet alanları olmayacak aksine sistemin eksik ve gediğini toparlayan bu yönde çalışmalar yapan kuruluşlar olacaklar, sistem de bu kuruluşlara gereken desteği verecek. O günden itibaren ülkemizde tüm kitle örgütlerinde bir yol ayrımı ortaya çıktı. Bu iki eğilim bir süre kendi içinde çatıştı. ATÇ içinde de bu tartışmanın yansımaları oldu. İçimizde bazı topluluklar ATÇ’yi sisteme ve onun yoz kültürüne karşı çıkan duruşundan uzaklaştırmaya çalıştılar. Onlara göre ATÇ yalnızca tiyatro eğitim seminerleri ve atölyeler yapan bir “sivil toplum kuruluşu” olacaktı. Ben bu eğilimlere karşı “Sisteme Başkaldıran Amatör Tiyatro” başlıklı bir yazı yazdım. Bu yazıdan sonra aramızdaki yol ayrımı keskinleşti. BGST bünyesinde yer alan Tiyatro Boğaziçi bu yeni eğilimin başını çekiyordu. Bu nedenle 1999 -2000 sezonunda aramızda ATÇ geleneğine uymayan sert tartışmalar yaşandı. Bu tartışmalar sırasında kimi grupları bana karşı kışkırtmaya çalıştılar. Başaramadılar. 2000 yılı sonbaharında benimle iki yıldır çalışan bir topluluk olan Özgür Sahne oyuncuları ellerine tutuşturulan bir metinle beni suçladılar. Bu bir komploydu. Bir ay önce benim kendilerine yeterince zaman ayırmadığımdan yakınan topluluktaki oyuncular bir ay sonra benim kendilerini taciz ettiğimi söylediler. Bu iddialar üzerine bazı toplantılar yapıldı. Ama bir sonuca varılamadı. Bunun üzerine toplantılara katılmayan bazı topluluklar benimle hiçbir şey konuşmadan ATÇ’den ayrıldılar. İstanbul Alternatif Tiyatrolar Platformu (İATP) böyle bir komplo ile kuruldu. Bill Clinton’ın 1996’da formüle ettiği yolda ilerlemeye koyuldu. Suya sabuna buluşmadan bazı seminerler, atölyeler ve şenlikler yaptılar. Bir süre sonra da dağıldı. Şimdi 7 yıl geçtikten sonra üç-beş topluluk “girişim” adı altında tekkeyi yaşatmaya çalışıyorlar. Bu arada 7 yıl boyunca sürekli aleyhime yazı yazıp arkamdan konuştular. Yalanlar uydurdular. Ama beni tanıyanlar ve sanat alanındaki çabalarımı bilenler bu suçlamalara inanmadılar. Bu yalanlara inananların kaç kişi olduğunu Barışarock’ta herkes gördü. Onların da bir kısmı karşılıklı konuşunca şöyle söylediler: “Ben Esatoğlu’nu tanımıyorum, siz de haklı olabilirsiniz, olayları bilmiyorum, taciz var dediler geldim.”

Soru: Bu yapılanlara yönelik tepkiniz ne oldu?

M.Esatoğlu: Yapılan eylem ATÇ’yi parçalamaya yönelikti. Bu yüzden 2000 yılında ATÇ’li topluluklar durumla ilgili bir açıklama yaptılar. Bunun ardından biz kendi çalışmalarımıza devam ettik. Bu konuyu da bir daha gündemimize bile almadık. Çünkü ortada saldırgan bir tutum vardı. Provokatif bir ortam körükleniyordu. Suçlanan yalnız ben değildim. Onların yalanlarına inanmayan herkes “tacizci” ilan edilmişti. Biz geçmişteki tutumumuz neyse bugün de onu sürdüreceğiz. Bu yıl Barışarock’ta da yaşadık, körüklenen bir şiddet ortamı var. Ancak biz bu provokasyona gelmeyeceğiz.

Soru: Siz iki yıldır Barışarock’ta Tiyatro Koordinasyonu içinde yer alıyorsunuz. Bu yıl festivalin son günü ortaya çıkan bu eylemi nasıl değerlendiriyorsunuz?

M.Esatoğlu: Ben yalnızca Barışarock’ta etkinlik yapan biri değilim. İstanbul’un ve ülkenin dört bir yanında oyunlar sahneliyorum. Seminerler veriyorum Atölye çalışmaları düzenliyorum. İki yıldır da Barışarock’ta Tiyatro organizasyonu içindeyim. Nedense –ki nedenleri ve kimler tarafından körüklendiği bizce malum- bu yıl 28 tiyatro topluluğunun bir araya geldiği ve savaşa, emperyalizme karşı güçlü bir ses yükselttiği sırada bu eylemler örgütlenmeye başladı. Bana ulaşan bilgiler çerçevesinde elimden geldiği oranda Barışarock’a zarar gelmesin diye uğraştım. Barışarock yöneticileriyle toplantı yaptım. Onları doğabilecek olayların sonuçları konusunda uyardım. Onlar da bu uyarılara hak verdiler. Zaten bir gece önce bir protesto eyleminde bıçaklama olayları olmuştu. Ama daha sonra neler olup bittiyse sözlerinde durmadılar. Ben protesto eylemi sırasında da bir provokasyon olmaması için gayret gösterdim. Ancak karşımızdakiler gittikçe azgınlaştılar. Bunun üzerine yüzlerce oyuncu sesini yükseltti. Sonunda da istenmeyen olaylar meydana geldi. Verdiği sözleri tutamayan Barışarock Koordinasyonu, saldırganları engelleyeceğine İzmir’den gelmiş bir topluluğun gösterisini engellemeye çalıştı. Ne yazık ki faşizan bir tutum içindeydiler. Oyun tüm saldırılara rağmen oynandı. Biz olayların daha da büyümemesi için ekipleri dışarı çıkartmaya uğraşırken, onlar bu kez de konser sahnesine çıkarak linç çağrıları yaptılar.

Barışarock’ta protesto olmayacak mı? Elbette olabilir. Ama onun da bir sınırı olmalı. Şimdi siz bir konuda protesto yapıyorsunuz. Karşınızda da sizinle aynı düşünceyi paylaşmayanlar var. Bu durumda ne olacak? Bizim ülke özelinde ortaya şiddet çıkıyor. Kimin kime gücü yeterse… Birkaç yıl önce benim hakkımda taciz kampanyası düzenleyenler, bulundukları üniversitede sol görüşlü grupların yayın organlarını satmalarını engelliyorlardı. Sonunda bir kavga çıktı. Kol kırıldı. Bu olayın ardından yayın organları satılmaya başlandı. Şimdi ölçü bu mu olmalı? Birileri beni suçluyor. Birileri de bu suçlamalara karşı çıkıyor. Şimdi bu durumda ne olacak? Tartışılan konu Barışarock içinde çözülemiyorsa iş nereye varacak? Barışarock Koordinasyonu’nun bu konuda bir ölçüsü yok. Bir de yapılan protesto kendilerine de uygun geliyorsa taraf olmayı seçiyorlar. Bu yıl onların yaklaşımlarından güç alanlar iyice azıttılar ve sonunda bıçaklanmalar oldu. Gelecek yıl bu tutumları değişmezse ölüm kapıda bekliyor. Ama ne yazık ki onlar hala dikensiz gül bahçesi olursa sorun çıkmaz yaklaşımındalar. Olayların ardından yaptığımız değerlendirme toplantısında bile bu yaklaşımlarını değiştirmemişlerdi.

Soru- Son olarak, Barışarock’taki olaylardan sonra yapılanları nasıl değerlendiriyorsunuz?

M.Esatoğlu- Barışarock sonrasında internet ortamında yazılanlara bakıyorum. Ortada sağlıklı bir tartışma yerine salya sümük bir lümpenlik kol geziyor. Futbol ve magazin kültürü her yanı sarmış durumda. Yazılan her satırın ortalığı kışkırtmaktan başka bir işlevi yok. Sorunları tartışmak isteyen kimse yok. Yazılan tartışma yazılarında ileri sürülenler ve söylenen sözler yalanlar üzerine kurulu. Bir yandan yalan üreterek diğer yandan da bu yalanlara inanmayanları “tacizci” ilan ederek ilerleyebileceklerini düşünüyorlar. Türkiye’de sol çevreler bunların kim olduklarını ve nerelerden beslendiklerini iyi biliyor.

tıkla


(Ayrıca) tıkla:
Barışarock'ta neler oldu?... 1
Barışarock'ta neler oldu?... 2
Barışarock'ta neler oldu?... 3
Barışarock'ta neler oldu?... 4
Barışarock'ta neler oldu?... 5
Barışarock'ta neler oldu?... 6
Barışarock'ta neler oldu?... 7
Barışarock'ta neler oldu?... 8